ForumBizim.Com   QBilisim
Kayıt ol Topluluk Bugünki Mesajlar Arama
 
ForumBizim.Com > ForumBizim Genel Bilgileri > Tarih > Osmanlı Tarihi
Kullanıcı Etiket Listesi

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 19 Şubat 2024, 23:02   #1
 
Seth - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Üyelik Tarihi: 18 Aralık 2023
Üye No: 154
Mesajlar: 2,953
Nerden: İstanbul
Cinsiyet: Erkek
Web: ..
IRC: Irc.BizimSohbet.Net
FM: ..
Aldığı Beğeni: 800
Beğendikleri: 267
@Seth
Standart Osmanlının Hazine Ve Mücevherleri

Süs
ve sembolik unsurların ötesinde gündelik hayatlarında da altından
yapılmış eşyalar kullanan Osmanlı sultanlarının hazineleri 400 yılı
aşkın bir zamandır Topkapı Sarayı’nda korunuyor.


Altın,
antik çağlardan beri hiçbir zaman ölümsüzlüğünü ve çekiciliğini
yitirmeyen bir maden... Efsanelere, kralların, sultanların,
firavunların ve serüvencilerin öykülerine konu olan, kimi zaman bir
sanat eserinde, kimi zaman görkemli bir mücevherde hayat bulan, ölümcül
olabilen bir tutku... İlk keşfedilen madenlerden biri olan altın her
zaman güç ve iktidarın simgesi oldu.

Türklerin tarihine bakıldığında
da, Orta Asya’dan başlayıp Selçuklu, Memlûk ve Osmanlı geleneklerinden
günümüze ulaşan bu altın tutkusunun izlerini birçok müzede görmek
mümkün... Osmanlı İmparatorluğu döneminin en görkemli eserleri ise
Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Dairesi’nde korunuyor. Ana malzemesini
altının oluşturduğu ya da tamamen altından yapılmış bu eserlerin
arasında, başta Bayram Tahtı olmak üzere beşik, şamdan, matara, leğen,
ibrik, kandil askısı, tatlı takımları, yazı çekmecesi, fincan zarfları,
su tası, gülabdan-buhurdan, nargile, mum makasları gibi pek çok eşya
var.

Gerek gündelik yaşamda gerek cülûs, düğün, bayram, mevlit, doğum,
sünnet gibi merasimlerde kullanılan bu eserlere ayna, yelpaze, mühür
kesesi, tütün, enfiye, koku ve panzehir kutuları gibi örnekleri de
ekleyebiliriz. Osmanlı ihtişamı denince ilk akla gelen, imparatorluğun
gücünü yansıtan mücevherler de Hazine’nin paha biçilmezleri arasında...
Tüm bu altın eserlerin birçoğunun üzeri mineli veya elmas, yakut,
zümrüt, inci, firuze, yeşim ve necef gibi değerli taşlarla süslü.


SOFRALARI SÜSLEYEN ALTIN TAKIMLAR


Osmanlıların
altın eşya kullandıklarına ilişkin en eski bilgilerden birine yine
Osmanlı tarihinin en eski kaynaklarından Âşıkpaşazade Tarihi (Tevarih-i
Âl-i Osman) adındaki ünlü eserde rastlıyoruz. Bu kayıtta Sultan I.
Murad’ın (1362-1389) oğlu Yıldırım Bayezid’in (1389-1402) düğününde,
Akıncı Beyi Evrenos Gazi’nin sunduğu hediyeler arasında altınla
doldurulmuş onar adet altın ve gümüş tepsi, altın leğen-ibrik, altın ve
gümüş kadehler olduğu belirtiliyor. Bu bilgi bize en azından önemli
törenlerde altınla doldurulmuş altın ve gümüş kaplar sunmanın Türklerde
çok eski bir gelenek olduğunu gösteriyor.



Özellikle
15. yüzyılda Balkanların fethinden sonra ele geçen zengin altın ve
gümüş madenleri kuyum işleri için önemli bir kaynak oluşturmuş,
imparatorluk içinde İstanbul, Trabzon, Diyarbakır, Prizren, Erzurum ve
daha pek çok şehirde kuyumculuk bir hayli gelişmişti. Osmanlı
Sarayı’nda mücevher ve değerli eşya kullanımı Fatih Sultan Mehmed’in
(1451-1481) İstanbul’u fethinden sonra daha da artmıştı. Fatih Sultan
Mehmed’in baş tüccarlarından biri olan Jacopo de Promontario, sultanın
kilercibaşısının sorumluluğunda çok sayıda altın ve gümüş leğen,
maşrapa, tas ve şamdanlar bulunduğunu kaydeder.


Sultan
II. Bayezid (1481-1512) döneminde artmaya devam eden lüks eşya
kullanımı, özellikle Yavuz Sultan Selim’in (1512-1520) İran ve Mısır
seferlerinden sonra çok daha büyük boyutlara ulaşır. Özellikle 16.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren görebildiğimiz altın eşya ile
ilgili kayıtlarda şu örneklere rastlıyoruz: Kanuni Sultan Süleyman’ın
(1520-1566) Şah Tahmasp’a hediye ettiği altından yapılmış tepsi, sürahi
ve kemerler; Sultan I. Ahmed’in birçoğu altın kapaklı, bazısı ise
tamamen altın sofra takımları; 1699’da Karlofça Antlaşması’nın
imzalanması dolayısıyla Sultan II. Mustafa tarafından Poznan
voyvodasına hediye edilen mücevherli altın tepsi ve yanında yeşim bir
fincan...



17.
yüzyılda Ortadoğu’ya yaptığı seyahatlerde Anadolu’nun çeşitli
köşelerine de uğrayan Fransız gezgin Jean-Baptiste Tavernier de,
‘Topkapı Sarayı’nda Yaşam’ adlı eserinde, sultanların altın sofra
takımlarının ve şamdanların çok ağır olduğundan, taşımak için iki kişi
gerektiğinden söz eder.


GÖZ KAMAŞTIRICI MÜCEVHERLER


Bu
kadar zenginlik, kuşkusuz hem imparatorluğun sınırsız kaynakları, hem
de sultan ve saray çevresinin sanat ve sanatçıya verdikleri destekle
oluşmuştu. Kuyumculuk çok değer verilen bir sanat dalıydı, öyle ki
Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman, şehzadelikleri döneminde
kuyumculuk öğrenmişlerdi. Saraydaki atölyelerde ve serbest çalışan
ustalar içinde kuyumcu, kakmacı, altın ezen, iplik üreten, altın
iplikle kumaş dokuyan, işleme yapan pek çok sanatkâr vardı. Bu
atölyelerde kullanılan malzemenin denetimi Hazinedarbaşı’nın
sorumluluğu altındaydı.

İmparatorluğun
erken dönemlerinde Selçuklu, Bizans, Timurlu, Memlûk, Safevî etkileri
taşıyan Osmanlı sanatı, 16. yüzyıl ortalarından itibaren kendi özgün
üslubunu yaratmıştı. Diğer sanat kollarında olduğu gibi altın ve
mücevher işçiliği de bu yönde gelişmişti. Daha sonraları Hint, Mughal
kültürlerinden esinler de taşıyan Osmanlı kuyumculuğunun 18. yüzyıldan
itibaren Batı sanatının etkisine girmeye başladığını görüyoruz.
Yüzyılın ortalarından sonra bu etki daha da arttı, ama yine de geç
dönem eserlerinde kendine özgü bir Osmanlı beğenisi de varolmaya devam
etti.



YAVUZ SULTAN SELİM’İN MÜHRÜ

Osmanlı
hazineleri, bir yandan bağlı eyaletlerden toplanan vergi, haraçlar,
işletilen toprak ve madenler, gümrüklerden elde edilen gelirler,
ganimet, hediye gibi yollarla gelen servetlerle dolar, bir yandan da
değişik amaçlar için yapılan harcamalarla boşalırdı. Özellikle 17.
yüzyılın ikinci yarısından başlayarak devletin ekonomik dar boğazlardan
geçtiği dönemlerde birçok altın eşya bozdurulup para basımı için
kullanılmıştı. Kimi mücevherler de gerektiğinde bozdurulup yeniden
yaptırılmıştı. Ama ata yadigârı olan, üstün sanat eseri niteliğindeki
birçok eşyaya dokunulmamıştı.



Hazineyi,
hazine kethüdası korur, Yavuz Sultan Selim’e ait olan akik mühürle dış
kapısını mühürlerdi. Sultan, bu mührün kullanılmasını şöyle vasiyet
etmişti. “Benim altınla doldurduğum hazineyi bundan sonra gelenlerden
her kim mangır ile doldurursa hazine anın mührüyle mühürlensin ve illa
benim mührümle mühürlenmekte devam olunsun!” Topkapı Sarayı, Atatürk’ün
emriyle 1924’te müzeye dönüştürülünceye kadar da Hazine onun mührüyle
mühürlendi.

Alıntı.





Popüler Olabilirsin Ama Kalite Başka Birşey..
 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla
Tag Ekle
osmanlının hazine, ve mücevherleri


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 



Forum Bilgilendirme
Powered by vBulletin® Version 3.8.6
Copyright ©2000 - 2023, Jelsoft Enterprises Ltd.

ForumBizim.Com
Forum Sahibi: ForumBizim
    5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu geregince sitemizde telif hakkı bulunan mp3,video v.b. eserlerin paylaşımı yasaktır. Yasal işlem olması halinde paylaşan kişi yada kişilerin bilgileri gerekli kuruma verilecektir.
Yukarı Çık