ForumBizim.Com   QBilisim
Kayıt ol Topluluk Bugünki Mesajlar Arama
 
ForumBizim.Com > ForumBizim Genel Bilgileri > Tarih > Dünya Tarihi
Kullanýcý Etiket Listesi

Like Tree2Beðeniler
  • 1 Post By CeReN
  • 1 Post By Lacivert
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Arama Stil
Alt 20 Ekim 2023, 15:17   #1
𝐖𝐞𝐛𝐦𝐚𝐬𝐭𝐞𝐫 𝐒𝐨𝐫𝐮𝐦𝐥𝐮𝐬𝐮
 
CeReN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Üyelik Tarihi: 16 Ekim 2023
Üye No: 89
Mesajlar: 6,854
Nerden: Balýkesir
Cinsiyet: Kadýn
Web: Www.BizimSohbet.Net
IRC: www.bizimsohbet.net
FM: TurkiyeFm
Aldýðý Beðeni: 4642
Beðendikleri: 1162
@CeReN
Standart Fýlýstýn

Adini, milattan once XII. yuzyilda Kavimler gocu sirasinda deniz yoluyla buraya gelen Filistler’den alir. Tarih oncesi devirlerden itibaren cesitli kavimlerin goclerle gelip yerlesmesine ve bunlara karsi harekete gecen baska ustun guclerin pek cok istila ve fetihlerine maruz kalmistir. Bu durumun basta gelen iki onemli sebebi, bolgenin Arap cografyasi icinde sahip bulundugu zengin ve stratejik tabiatla uc buyuk ilahi dinin gerek dogus gerekse gelismesinde oynadigi onemli rol ve icinde barindirdigi kutsal yerler (belki de bu sebeple bolgenin bir baska adi da “arz-i mev‘ud” veya “arz-i mukaddes”tir) seklinde ozetlenebilir. Filistin adiyla anilan topraklarin, bu ozelliklerine baglanan istilalar ve cesitli kavimlerin buraya hakim olmak icin verdikleri mucadeleler dolayisiyla siyasi sinirlarini aciklikla cizmek kolay degildir. Bununla birlikte bolgenin cografi sinirlari konusunda gorus birligi oldugunu soylemek ve bu sinirlari bir uzmanin ifadesiyle su sekilde belirginlestirmek mumkundur: “Filistin denen topraklar esas itibariyle, Suriye ile Misir ve Akdeniz ile Seria nehri arasinda kalan topraklardir. Seria nehrinin dokuldugu Oludeniz de (Lut golu) Filistin’in dogu sinirina dahildir. Bu sinirlar icinde de Filistin topraklari cografi bakimdan Akdeniz kiyi seridi, kuzeyden guneye dogru uzanan dag silsilesinin bulundugu ortadaki yayla bolumu ve en doguda da Seria vadisi olmak uzere uc parcaya ayrilir. Bu uc parcali cografi ayirim hemen butun kaynaklarca benimsenmistir. Ortadaki daglik kesim veya yuksek yaylalar kismi, genellikle kuzeyden guneye olmak uzere, Safed ve Nazareth (Nasira) sehirleri ile Tabor daginin bulundugu Galilee (Celile) bolgesi; ortada, Nablus sehrinin bulundugu ve batida Kermil dagina kadar uzanan Samaria (Samiriye) bolgesi; daha guneyde, Seria nehrinin Oludeniz’e dokuldugu yerden baslayip Kudus, Beytlehem (Beytulahm) ve Hebron (Halilurrahman) sehirlerinin [icinde] bulundugu Judea (Yahudiye) bolgesi ve daha guneyde de Beersheba (Bi’russebi‘) sehrinin bulundugu Necef colu olmak uzere dort kisma ayrilir” (Armaoglu, s. 4).

Soz konusu cografi sinirlari icinde Filistin’in tabiat sartlari da ozellikle iklimi basta olmak uzere ilgi cekici bir cesitlilik gosterir. Akdeniz kiyi seridi yeterince yagis alan yari tropikal bir iklime sahipken orta kisimda bol yagis alan kuzeyden guneye, Necef colune dogru yagislarin giderek sifira yaklastigi ve kisin soguk gecen birkac ayin disinda yilin buyuk bolumunde gunduzlerin sicak, gecelerin serin oldugu bir kara iklimi hakimdir. Seria vadisinde ise kis aylarinda ilik bir havanin yasandigi, buna karsilik yilin geri kalan kisminda isinin hayli yuksege ciktigi daha sicak bir kita iklimi dikkati ceker. Bolgenin bu iklimi, daha ziyade yagis miktarina bagli olarak degisIk yorelerde bitki ortusunu ve ekilebilir arazi kapasitesini belirlemektedir. Buna gore ormanlar Akdeniz kiyisinda daha cok fundalik olmak uzere yalniz kuzeyin yuksek kesimlerinde mevcuttur ve bugun eski donemlere gore artan agac tuketimi sonucu iyice azalmis durumdadir. Seria vadisinde ise bir subtropikal bitki ortusu dikkati ceker. Bu iklim ozelligi Filistin’i, tarih boyunca tarim uretimini cesitlendiren verimli ova ve arazilere sahip kilmistir. Yagis durumuna gore degismek ve daha ziyade kuzey kesimlerle kiyi boyunda verimliligi artmak uzere daima bolgede cesitli tahillarla hemen her tur meyve, bu arada islenmeye ve ihracata acik urunlerin yetistirilmis oldugu gorulur. Belki de bu sebeple Kitab-i Mukaddes’in bircok yerinde Filistin icin “sut ve bal akan diyar” denilmistir (mesela bk. Cikis, 3/8; Levililer, 20/24; Tesniye, 11/9). Bolge bitki zenginligine kiyasla yer alti servetleri bakimindan yoksul olup en dikkate deger kaynagi Oludeniz’den elde edilen tuz ve yan urunleridir. Ozellikle guney kisimlarda az miktarda petrol, fosfat, bakir, demir, uranyum, manganez, kirec tasi ve sulfur bulunur.

Cografi konumu ve butun ozellikleriyle Asya ve Afrika arasinda fevkalade onemli stratejik bir noktada bulunan Filistin’in toprak alanini tesbit icin, tarih boyunca sahne oldugu hakimiyet mucadeleleri icinde degisen siyasi sinirlarina bakmak gerekir. Buna gore Filistin’in son siyasi siniri olarak milletlerarasi alanda manda yonetimi icin cizilen 1922 sinirlarinin kabul edilmesi en uygunudur. Cunku kisa bir muddet sonra Ingiltere’nin girisimiyle Seria nehrinin dogusundan itibaren ayrilan bugunku Urdun kismi haric hemen hemen Akdeniz, Lubnan, Suriye, Seria nehri ve Oludeniz’den Kizildeniz’in Akabe Limani’na uzanan cizgi ile Misir’a ait Sina yarimadasinin cevreledigi yaklasIk 27.000 km2’lik bir alandan olusan Filistin manda idaresi topraklari, tarih boyunca Filistin denildiginde akla gelen siyasi bolgeye de, yukarida tanimlanan cografi bolgeye de tamamen tekabul etmektedir.

Islam Oncesi Donem. Filistin’de yasayan kavimlerin ve isgal veya istilalarla burada hakimiyet kuran siyasi guclerin tarihi cok gerilere uzanacak kadar eskidir. Bolgenin, uzerinde insanoglunun kultur izlerine rastlanan toprak parcalarinin en eskilerinden biri oldugu bilinmektedir. Yapilan arkeolojik kazi ve arastirmalara gore ilk buluntular, gunumuzden 14.000 yil once yasanan Mesolitik Natuf kulturune aittir. Neolitik cagin tarim, hayvancilik ve comlek yapimciliginin ortaya ciktigi yerlesIk toplum hayatina ait en eski kalintilari ise milattan once 5000’lere tarihlenen Eriha’da (Jericho) bulunmustur. Bu donemden sonra bolge genellikle Arabistan dolaylarindan arka arkaya goc eden Sami kavimlerin isgal ve yerlesmelerine maruz kalmistir. Bu topraklarin adi bilinen ilk sakinleri, Tevrat’a gore dunyanin en eski milleti olan ve Arap tarihcileriyle bazi arastirmacilar tarafindan Araplar’in atasi oldugu kabul edilen Amalika kavmidir. Milattan once III. binyildan itibaren yine Sami kavimlerden Ken‘anlilar ve daha cok sahil kesimlerinde Fenikeliler, arkalarindan da Aramiler gorulmeye baslar. Cesitli bulgular, Kudus sehrinin Ken‘anlilar’in bir kolu olan Yebusiler’ce kuruldugunu gostermektedir; nitekim bazi eski metinlerde Kudus’un bir adi da Yebus olarak gecer. Bolgenin “Ken‘an diyari” diye anildigi bu donemde tarim ve ozellikle ticareti on planda tutan bir medeniyet gelismis ve ilk alfabe ortaya cikmistir. Zaman zaman Misir isgali altinda gecirilen bu donemden sonra milattan once 1200’lerde vuku bulan Kavimler gocu sirasinda “deniz kavimleri”nden Filistler bolgeye gelmis ve bugunku Gazze Seridi ve civarinda bes buyuk sehir kurarak burayi yurt edinmislerdir. Hangi irka mensup olduklari bilinmeyen Filistler (kuvvetli bir ihtimalle Hint-Avrupa) bolgede “demir cagi”ni baslatmislar ve bir sure sonra yerli halkla karisarak benliklerini kaybetmislerdir. Filistler’in Akdeniz kiyilarina yerlestigi yillara yakin bir tarihte ise Misir yonetimi altindaki topraklarda yasayan ve Firavun’un zulmunden kacarak Hz. Musa’nin onculugunde arz-i mev‘uda dogru buyuk bir goc baslatan Israilogullari geldiler. Israilogullari, tarihi kesin bicimde tesbit edilemeyen bu goc sirasinda basta ezeli dusmanlari ve bu topraklarin ilk sahipleri Amalika olmak uzere cesitli Sami kavimlerle ve Filistler’le savastilar; daha sonra bolgenin buyuk kismini ele gecirerek milattan once XI. yuzyilin sonlarinda ilk Israil devletini kurdular (genis bilgi icin bk. AMALIKA; ARZ-i MEV‘UD).

Ilk Israil krali Saul’un (Talut) yerine tahta gecen Hz. Davud Kudus’u fethederek bir saray yaptirdi, burayi devletin bassehri haline getirdi ve otuz uc yil Kudus’te hukum surdu. Hz. Davud zamaninda basta bolgenin gercek sahibi Amalika olmak uzere burada yasayan butun kavim ve kabileler boyunduruk altina alindilar. Ancak pek cok kaynakta belirtildigi ve gunumuzde de acikca goruldugu gibi Ibrani hukumranligi altinda bu yerli topluluklar, o donemde de daha sonraki isgal ve istila donemlerinde de kendi varlik ve tarihlerine sahip cikmayi basardilar. Hz. Davud’un ardindan gelen Hz. Suleyman’in donemi (m.o. 972-932) kralligin altin cagi oldu. Sinirlarin bugunku Lubnan, Urdun ve Suriye’nin bir kismina kadar uzandigi bu devirde Hz. Suleyman, basta Misir olmak uzere cevredeki devletlerle anlasmaya vardiktan sonra Kudus’te kendi adiyla anilan ilk yahudi mabedinin (Suleyman Mabedi, Mescid-i Aksa) yani sira savunma amacli cesitli binalar insa ettirdi. Ote yandan Kizildeniz’de sahip oldugu gemilerle uzak topraklara kadar uzanacak bir deniz ticareti gelistirdi. Ancak onun olumuyle birlik dagildi ve devlet iki ayri parcaya bolunerek kuzeyde Israil, guneyde Yahuda kralliklari meydana geldi; Israil’in bassehri Samiriye (Samaria), digerininki Kudus’tu (Jerusalem). Her iki devlet de fazla uzun omurlu olmadi ve ilki milattan once 721’de Asurlular, ikincisi de milattan once 586’da Babil Hukumdari Buhtunnasr tarafindan yikildi. Asur ve Babilliler sadece bu kralliklari sona erdirmekle kalmayip ayni zamanda halklarindan binlercesini de Mezopotamya’ya surmuslerdir.

Filistin tarihinde bir sonraki donem, Pers Imparatorlugu’nun kurucusu Kyros’un milattan once 539’da Babil’i fethedip butun topraklarini ele gecirmesiyle baslayan ve iki asir kadar suren Iran hakimiyeti oldu. Bu donemde Ibraniler belli bir olcude hurriyet kazanmis, Kyros’un serbest biraktigi Babil esaretindeki 40.000 kisi geri donmus ve Babilliler’in yiktigi Kudus’teki Suleyman Mabedi ile sehrin surlari yeniden insa edilmistir. Daha sonra bolge, milattan once 334’ten itibaren Suriye ve Misir’i isgal eden Buyuk Iskender’in, onun olumunden (m.o. 323) sonra da Helenistik kralliklardan Misir’daki Ptolemaioslar ile Suriye’deki Selevkoslar’in eline gecti. Ozellikle Selevkoslar doneminde Ibraniler’e karsi kati bir kulturel ve dini Helenlestirme uygulandigi gorulur. IV. Antiokhos’un Suleyman Mabedi’ni yahudi ibadetine kapatip halki icine koydugu Grek tanri heykellerine tapinmaya zorlamasi uzerine Judas Maccabaeus onderliginde buyuk bir isyan cikti; milattan once 164’te Selevkoslar Kudus’ten atilarak Hasmonlu hanedani kuruldu ve yetmis yil kadar devam edecek bir bagimsizlik surecine girildi. Helenistik donemde Grek nufuzu daha ziyade sehirlerde etkili olmus, eski Sami orf ve adetlerine gore yasamaya devam eden kir kesiminde kayda deger bir degisme olmamistir.

Filistin topraklari milattan once 63’te Romalilar’in istilasina ugradi ve uzunca surecek bu hakimiyet sirasinda zaman zaman bas gosteren yahudi ayaklanmalarina sahne oldu. Milattan sonra 70’te Vespasianus zamaninda Roma veliaht prensi Titus Kudus’u tahrip ederek butun zenginliklerini yagmaladi. 115-117’deki ikinci buyuk isyandan sonra yahudilerin varligi biraz daha eksildi; nihayet 132-135 yillari arasinda meydana gelen ucuncu ayaklanma, agirlikli olarak oturduklari Kudus’ten tekrar surulmeleriyle son buldu. Bu tarihten sonra Romalilar Kudus’u bir Roma sehri kimligiyle yeniden imar ettiler ve adini Aelia (Ar. Iliya) Capitolina koyarak Syria Palestina dedikleri Filistin’in bassehri yaptilar. Roma doneminde Filistin’in Nasira kasabasinda dogan Hz. Isa’nin Hiristiyanligi getirmesinden ve ozellikle Imparator Konstantinos’un 312’de bu dini kabul etmesinden sonra Kudus bir defa daha kutsallik kazandi ve dini agirlikli binalarla imar edilmeye baslandi. Saint Sépulcre (Merkad-i Isa) adindaki ilk buyuk kilise Konstantinos tarafindan yaptirilmistir. 395’te Roma Imparatorlugu’nun ikiye ayrilmasindan sonra Bizans’in payina dusen bolgede Hiristiyanlik daha buyuk bir hizla yayilmaya basladi ve yahudilere karsi baskilar artti. Bolge 611’de Sasani istilasina ugradi, 614’te de Kudus cok buyuk bir katliama maruz kaldi. 629’da ise Imparator Herakleios tarafindan Kudus dahil butun Filistin tekrar Bizans hakimiyeti altina alindi.

Islami Donem. Mi‘rac dolayisiyla Islam tarihinde onemli bir yeri bulunan Filistin’de Islamiyet’in yayilmasi icin baslatilan faaliyetler Asr-i saadet’e kadar uzanir. Hz. Peygamber, cesitli hukumdarlara Islam’a davet mektuplari gonderirken bir mektup da Bizans’a bagli olan Busra Emiri Surahbil b. Amr el-Gassani’ye yollamis, ancak elci Haris b. Umeyr el-Ezdi oldurulmus ve bu durum muslumanlarin yenilgisiyle sonuclanan Mute Savasi’na (8/629) yol acmisti. Ertesi yil bizzat Hz. Peygamber Tebuk Seferi’ne cikti ve vefatindan kisa bir sure once de Usame b. Zeyd kumandasindaki bir orduyu Mute’nin intikamini almak uzere Belkā tarafina yollamak istedi; ancak ordu onun rahatsizligi sebebiyle Medine’den ayrilamadi. Hz. Ebu Bekir halife secilir secilmez derhal Usame’yi tasarlanan bu sefere gonderdi (1 Rebiulahir 11 / 26 Haziran 632). Daha sonra da Amr b. As’i Filistin’in fethiyle gorevlendirdi (12. yilin sonu veya 13. yilin basi, Subat-Mart 634). Muslumanlar once Gazze uzerine yuruduler; yakinindaki Dasin veya Tadun denilen yerde bizzat Gazze valisinin kumanda ettigi dusman ordusunu yenilgiye ugratarak sehri ele gecirdiler. Muslumanlarin kisa surede Guney Filistin’i fethedip Gamrularabat’a kadar ilerlemeleri uzerine Bizans Imparatoru Herakleios, kardesi Theodoros kumandasindaki buyuk bir orduyu Filistin’e sevketti. Bizans kuvvetleri bolgeye yaklastigi sirada Kaysariye’yi kusatmis bulunan Amr b. As bu orduya mukavemet edemeyecegini anlayarak kusatmayi kaldirdi ve halifeden yardim istedi. Hz. Ebu Bekir Halid b. Velid’e haber gonderip yardima gitmesini emretti. Neticede iki ordu Remle ile Beytulcibrin arasindaki Ecnadeyn mevkiinde karsi karsiya geldi ve savas Islam ordusunun kesin zaferiyle sonuclandi (28 Cemaziyelevvel 13 / 30 Temmuz 634). Bu zaferle Filistin ve Suriye’nin kapilari muslumanlara acildi ve hemen arkasindan Sebastiye, Nablus, Lud, Yubna, Amvas gibi sehirler fethedildi. Ozellikle Bizanslilar’in yenilgiye ugratildigi Yermuk Savasi’nin (15/636) Filistin’in tarihinde onemli bir yeri vardir. Muslumanlar bu zaferle birlikte bolgede daha saglam bir sekilde tutundular ve Kudus’e ulasarak sehri kusattilar. Halkin aman dilemesi uzerine Hz. Omer Cabiye’ye geldi ve Patrik Sophronios baskanligindaki Kudus heyetini kabul ederek onlara cizye ve harac odemeleri sartiyla bir ahidname verdi; boylece Kudus baris yoluyla fethedilmis oldu (Rebiulahir 16 / Mayis 637). Kudus’un fethi muslumanlarla Bizanslilar arasindaki mucadelede bir donum noktasi teskil eder. Amr b. As, Islam ordularina karsi direnen Kaysariye’yi tekrar kusattigi sirada Misir’in fethiyle gorevlendirilince yerini Yezid b. Ebu Sufyan’a birakti; onun olumu uzerine de kardesi Muaviye kumandayi alarak sehri fethetti (19-20/640-641). Muaviye’nin Askalan’i (Askelon = Ashqelon) ele gecirmesiyle Filistin’in fethi tamamlandi ve burasi Cundu Filistin adiyla askeri bir bolge haline getirildi; merkez olarak da Kaysariye’nin yerine Lud sehri secildi. Hz. Omer Muaz b. Cebel ile Ubade b. Samit ve Abdurrahman b. Ganm’i halka Islamiyet’i ogretmek uzere gorevlendirdi; ayrica Arap kabilelerinin buraya yerlesmesini tesvik etti. Hz. Ali-Muaviye mucadelesinde Filistinliler Muaviye’yi desteklemislerdir.

Cesitli sebeplerle Filistin’e giden ve orada vefat eden sahabilerden bazilari sunlardir: Ka‘b b. Umeyr el-Gifari, Zeyd b. Harise, Ca‘fer b. Ebu Talib, Abdullah b. Revaha, Haris b. Nu‘man, Abdullah b. Sehl, Usame b. Zeyd, Dihye b. Halife el-Kelbi, Ikrime b. Ebu Cehil, Ayyas b. Ebu Rebia, Amr b. Said b. As, Eban b. Said b. As, Amr b. Tufeyl, Nuaym b. Abdullah, Fazl b. Abbas, Abdullah b. Tufeyl, Ebu Ubeyde b. Cerrah, Muaz b. Cebel, Suheyl b. Amr, Surahbil b. Hasene, Ubade b. Samit. Burada vefat eden tabiilerden bazilari da sunlardir: Ravh b. Zinba‘, Ibn Amir el-Yahsubi, Reca b. Hayve el-Kindi, Hani b. Mektum, Cunade b. Kebir ed-Devsi.

Emeviler devrinde cok sayida Arap kabilesi Filistin’e iskan edildi. Halife Abdulmelik b. Mervan buraya ve ozellikle Kudus’e buyuk onem verdi; oglu Velid zamaninda ise verilen onem daha da artti ve bolge Veliaht Suleyman b. Abdulmelik’in idaresine tevdi edildi. Suleyman halife olunca Remle’yi Filistin’in merkezi yapti. II. Velid doneminde ayaklanan bolge halki Emevi valisini kovdu ve III. Yezid’i halife ilan etti (126/744). Son Emevi halifesi II. Mervan zamaninda Filistin’de bir isyan daha patlak verdiyse de asilerin reisi Remle Valisi Sabit b. Nuaym idam edilerek ayaklanma bastirildi.

Abbasiler devrinde Filistin, merkezi yine Remle olmak uzere Suriye ile birlikte bir eyalet haline getirildi. Bolgede huzur ve sukun hakimdi; ancak Harunurresid’in olumunden (809) sonra Emin doneminde bazi karisIkliklar cikti. Mu‘tasim-Billah devrinde de Muberka‘ el-Yemani ciftcileri etrafina toplayip Emevi hakimiyetini yeniden tesis etmek istedi, ancak Reca b. Eyyub isyani bastirdi. Halife Mu‘tez-Billah’in 866 yilinda Filistin valiligine getirdigi Isa b. Seyh es-Seybani bagimsizlik sevdasina kapildi ve Muhtedi-Billah ile Mu‘temid-Alellah donemlerinde Abbasiler adina hutbe okunmasina engel oldu. Halife ancak Irminiye’yi vermek suretiyle onu isyandan vazgecirebildi. Bolge daha sonra Tolunogullari (868-905), tekrar Abbasiler ve sonra Ihsidiler’in (935-969) nufuzu altina girdi; bir ara da Hamdani istilasi tehlikesi atlatti. Fatimiler Misir’a hakim olduktan kisa bir sure sonra Filistin’i zaptettiler (969); iki yil sonra da Karmatiler Filistin’deki bazi yerleri ele gecirerek Fatimiler’le mucadeleye giristiler. 974’te Karmatiler Misir’a saldirinca Remle’de hukum suren Cerrahi (Beni Cerrah) Emiri Hassan b. Cerrah et-Tai onlara yardim etmeye basladi. Ancak Halife Muiz-Lidinillah 100.000 dinar vererek onu Karmatiler’den uzaklastirmayi basardi. Emir Hassan’in yerine gecen Muferric b. Dagfel et-Tai de Fatimiler’le anlasti ve genis yetkilerle Filistin valisi tayin edildi (979). Mekke Emiri Serif Ebu’l-Futuh el-Musevi, Cerrahi emiri tarafindan Remle’de Rasid-Billah lakabiyla halife ilan edildi (Eylul 1012). Bu olaya cok ofkelenen Fatimi Halifesi Hakim-Biemrillah Cerrahiler’i cezalandirmak istediyse de daha sonra vazgecip Filistin’i onlara ikta etti. Cerrahiler’in Filistin’deki hakimiyeti Atsiz’in bolgeye gelisine kadar surdu.

Kurlu Bey 462’de (1069-70) Filistin’de bir Turkmen beyligi kurdu. Onun 463’te (1071) olumu uzerine beyligin basina gecen Atsiz b. Uvak Kudus’u zaptedip Abbasi Halifesi Kāim-Biemrillah ve Selcuklu Sultani Alparslan adina hutbe okuttu. Atsiz’in emirlerinden Soklu de 1074’te Akka’yi alip buradaki Fatimi hakimiyetine son verdi. Daha sonra kendisine karsi isyan eden Emir Soklu’yu olduren Atsiz Kudus, Remle, Taberiye, Trablussam, Sur, Akka, Humus ve Refeniye gibi sehirleri ele gecirip hakimiyet sahasini genisletti. Atsiz Misir’i zaptetmek amaciyla ciktigi seferde Fatimiler karsisinda agir bir yenilgiye ugradi ve guclukle Dimask’a donebildi (10 Receb 469 / 7 Subat 1077). Bu yenilgiyle Suriye ve Filistin’deki topraklari Fatimi hakimiyetine gecti; ancak Atsiz daha sonra yeni bir ordu hazirlayip basta Kudus olmak uzere kaybettigi butun sehir ve kaleleri geri aldi. Bu sirada Sultan Meliksah’in kardesi Tutus Suriye-Filistin Selcuklu Devleti’ni kurdu (1079); ardindan da Kudus ve civarini Artuk Bey’e ikta etti. Artuk Bey’in 484’te (1091) olumunden sonra yerine gecen ogullari Sokmen ile Ilgazi, Kudus’un 1098’de Fatimiler tarafindan zapti uzerine Filistin’den ayrilmak zorunda kaldilar. Haclilar 15 Temmuz 1099’da Kudus’u isgal ederek binlerce muslumani katlettiler. Selahaddin-i Eyyubi’nin 1187’de Kudus’u fethine kadar devam eden Hacli hakimiyeti sirasinda Filistin savas ve karisIkliklara sahne odu. Eyyubiler zamaninda Italyan, Fransiz ve Ingiliz tuccarlari Filistin’in cesitli sehirlerinde yogun ticari faaliyetlerde bulundular. Selahaddin-i Eyyubi’nin olumunun (589/1193) ardindan Filistin’de bazi karisIkliklar cikti ve Kudus 1229’da yapilan bir anlasma ile yeniden Batililar’in yonetimine birakildi; ancak bu durum uzun surmedi ve on bes yil sonra tekrar muslumanlarin eline gecti. Selahaddin-i Eyyubi Kudus’u alinca eskiden surulmus bir kisim yahudinin donmesine izin vermis, sehirdeki abideler uzerinde onarim calismalari yaptirmis ve sagladigi kitaplarla Mescid-i Aksa kutuphanesini zenginlestirmistir. Filistin topraklari Memlukler tarafindan, ozellikle Sultan Baybars’in cabalariyla Haclilar’in elinden parca parca geri alindi ve 690’da (1291) Akka, Kaysariye ve diger bazi sehirlerde bulunan Franklar da bolgeden uzaklastirilinca yeniden fetih tamamlanmis oldu. Memlukler zamaninda yeni bir idari teskilatlanmaya gidildi ve Filistin Gazze, Lud, Kakun, Kudus, Halil ve Nablus olmak uzere Dimask’a bagli alti bolgeye ayrildi.

Memluk donemi Filistin’de musluman nufusun en yogun oldugu donemdir. Bu yillarda hiristiyanlarin bolgeye girmelerine izin verildigi gibi gordukleri baski sonucu Avrupa’dan kacan yahudilere de siginma hakki tanindi. Donemin bir diger ozelligi Abbasiler’le filizlenmis olan vakif sisteminin daha da gelisip yayilmasidir. Ozellikle Kudus’te devlet gorevlilerinin girisimiyle dini ve sosyal amacli bircok vakif kurulmustur.

Osmanli Donemi. Filistin, Yavuz Sultan Selim zamaninda Mercidabik Muharebesi’nden (1516) sonra Osmanli idaresine girdi; Kanuni Sultan Suleyman da cevresiyle birlikte bolgenin fethini tamamladi. Bu arada mukaddes yerleri korumak icin Kudus’te muslumanlarin “Harem” veya “Eski Sehir” olarak adlandirdiklari 868 donumluk kismin etrafindaki duvarlar yeniden insa ettirildi; Hz. Davud’un turbesiyle Kubbetu’s-sahre’nin duvarlari ve kapisi yenilenerek suslemelerle zenginlestirildi. Bolgede gozle gorulur izler birakan Osmanlilar, bazan idari degisIkliklere de yol acabilecek birtakim ic ve dis badireler atlatmalarina ragmen I. Dunya Savasi’nin bitimine kadar Filistin ve cevresini ellerinde tuttular.

Osmanli doneminde Arz-i Filistin denilen bolge idari bakimdan Sam eyaletine bagli Kudus, Gazze, Nablus ve Safed sancaklarina ayrildi. Bunlarin disinda dogrudan eyalet merkezine bagli emirlikler de vardi. Merkezi idarenin zayif oldugu zamanlarda genellikle Akka’yi merkez edinen emirler ayaklanir ve idareyi ellerine alirlardi. Bunlarin en unluleri Ma‘noglu Fahreddin ile (o. 1635) Zahir el-Omer’dir (o. 1782). Napolyon Bonapart 1799’da Misir’i ve Yafa’yi isgal ederek Akka’yi kusatip Safed ve Nasira’ya kadar ilerlemisse de Cezzar Ahmed Pasa karsisinda tutunamamis ve cekilmeye mecbur kalmistir. 1832 yilinda Mehmed Ali Pasa’nin oglu Ibrahim Pasa tarafindan ele gecirilen Filistin, 1840’ta Ingiltere ve Avusturya’nin yardimiyla tekrar Osmanli idaresine girmis, fakat bundan boyle buyuk devletlerin ilgi odagi olmustur. 1887’de Kudus merkeze bagli bir mutasarriflik haline getirildi; bir yil sonra da Beyrut vilayeti olusturulunca Nablus ve Akka bu vilayetin sinirlari icine alindi. Boylece Filistin iki bolume ayrilmis oldu. Filistin’in kuzeyi Beyrut valiligince idare edilirken kutsal topraklarin guney kismi Kudus mutasarrifliginin idaresine birakildi. Bu ayirima gore Kudus sancagina bagli onemli sehirler Kudus, Yafa, Gazze ve Halilurrahman; Akka sancagina bagli olanlar Akka, Hayfa, Safed, Nasira ve Taberiye; Nablus sancagina bagli olanlar ise Nablus, Benisab, Cemmain ve Cenin idi. Boylece Urdun nehri (Seria) sinir kabul edildiginde bu taksimat icinde kalan Osmanli Filistini kucuk farklarla daha sonraki Ingiliz mandasi doneminde de devam etti (ayrica bk. KUDUS).

Filistin’in Osmanli donemi demografik yapisinda yine onceden oldugu gibi musluman Araplar’in en buyuk orani teskil ettigi ve bu durumun daima boyle kaldigi belirlenmektedir. Mesela 1880’de nufusun % 87’sinin, 1890’da % 85’inin, 1914’te % 83’unun (o siralarda gocle gelen ve vatandasliga kaydedilmeyen yahudiler hesaba katildiginda dahi % 77’si) musluman oldugu gorulur (McCarthy, s. 11). Nufus kayitlarinda ayrica gosterilmeyen dusuk orandaki Sii ve Durziler’in varligina ragmen muslumanlarin buyuk cogunlugu Sunni idi ve nufusun temelini teskil eden bu insanlarin ekonomik hayati tarima dayaniyordu. Yaygin toprak sisteminde devlet mulku sayilan miri araziler genellikle ciftcilere verilmekte, ekildigi surece nesilden nesile devredilmekteydi. 1858’de cikarilan Arazi Kanunnamesi ile bu topraklari, kullanan ciftcilere tapulama yoluna gidildi; fakat ciftcilerin vergi ve askerlik kaygisiyla istekli davranmamalari yuzunden bu konuda fazla bir gelisme saglanamadi. Ote yandan yine arazinin onemli bir kismi dini maksatli vakiflara bagliydi; ancak onceleri vakif mulkunun payi fazla iken XX. yuzyilda gitgide azaldi. Osmanli idaresinin siyasi ve mali yonlerden bozuldugu XIX. yuzyil sonlarinda, vergi tahsildari ve asker kaydedicilerin Filistinli ciftcilerin hayatina hakim olmasiyla birlikte, bolgede genis olcekli ozel mulkiyet sahibi az sayida aile ile ulemanin meydana getirdigi bir seckin tabakanin onem kazandigi gorulur. Filistin nufusu icinde kucuk bir azinlik teskil eden hiristiyanlarla yahudiler ise daha cok sehirli idiler ve ozellikle XIX. yuzyilda elde ettikleri imtiyazlarla, butun Ortadogu’ya ticari kurumlariyla birlikte giren Avrupalilar’a bagli olarak ticaretle ugrasiyorlardi.

Islam fethinden once Filistin nufusunda cogunluk teskil ederken sonraki donemlerde azinlik durumuna dusen dini gruplar arasinda Grek Ortodoks mezhebine mensup Araplar onde geliyordu. Burada, baska dinden olanlara ve onlarin kutsal yerlerine daha onceki musluman idarelerin gosterdigi hosgoruyu ve korumayi Osmanlilar da gostermislerdir. Osmanli arsiv belgeleri, Filistin’deki idarenin orada yasayan yahudileri dini vecibelerini ifa konusunda ne kadar serbest biraktigini acikca gostermektedir. Onceki donemlerde yerlesmeye baslayan ve farkli unsurlara hukuki bir statu ve serbestlik saglayan “millet sistemi”ni Osmanlilar daha kapsamli bir sekilde surdurmuslerdir. Bu sistem sayesinde zaman icinde gerek hiristiyanlarin gerekse yahudilerin kurumlasmalari ve talepleri artti. XIX. yuzyildan itibaren ozellikle Kudus’te yogun olmak uzere cesitli hiristiyan mezhepleri butun kurumlari ile birlikte ortaya ciktilar. Bu mezhepler, Filistin gerek uc buyuk dince kutsal addedildigi, gerekse o gunun dunya sartlarinda Avrupali guclerce cok onemli bir stratejik konumda goruldugu icin bu bolgede kiliseler, dini okullar ve misyoner cemiyetleri kurma acisindan bircok imtiyaz elde ettiler. Bu gelismeler ise kutsal yerler ve buralara hakim olma konusunda yogun cikar catismalarina yol acti. Ayni yuzyilin sonlarina dogru, cesitli ulkelerde daginik durumda yasayan yahudiler arasinda devamli yerlesmek uzere “siyon”a (dunyada cenneti sembolize eden topraklar, Filistin) donmelerini savunan siyonizm dogdu. Bu siyasi hareketi baslatan Theodor Herzl, 1897’de Basel’de toplamayi basardigi I. Dunya Siyonist Kongresi’nde siyonizmin programini, “yahudi halki icin Filistin’de kamu hukukunun guvencesi altinda bir yurt kurulmasini saglamak” seklinde acikladi. Bu hareket, 1870’lerden itibaren Avrupa’da kok salmaya baslayan milliyetcilik dalgasinin yahudilere yansimasiydi. Yine Avrupa milliyetciliginin bir urunu olarak gelisen antisemitizm, ozellikle 1880-1890’larda Rusya’da yahudilere yapilan zulum bu harekete guc verdi ve 1882-1903 yillari icinde Filistin’e ilk onemli yahudi gocu (terimlesen adiyla “aliyah”) gerceklestirildi. Bu donemde gelenlerin sayica az olmakla birlikte sehirlerden cok kirsal kesime, tarimci yerlesmelere yonelmeleri dikkat cekiciydi. Yine Osmanli doneminde gerceklestirilen ikinci aliyah ise 1905-1914 yillari arasinda vuku buldu. Bu defa hissedilir oranda sayilari artan ve daha hazirlikli olduklari gorulen gocmenler, ekonomi ve tarim alaninda gelistirdikleri kurumlariyla burayi yurt edinmeye niyetli olduklarini gosterdiler ve ozellikle Hayfa’dan Gazze’ye uzanan kiyi bolgesine sistemli bir bicimde yerlestiler. 1909’da Yafa’nin kuzeyinde Tel Aviv yepyeni bir yahudi sehri olarak ortaya cikti. Bu goclerle birlikte, 1881’de 14.731 olan yahudi nufusu 1901’de 23.662’ye ve 1914’te de 38.754’e ulasti (McCarthy, s. 10).

Osmanli yonetimi Filistin’de yahudi varligini tanimis ve zaman zaman goclerine izin vermisti. Tarihi kayitlara gore burada eskiden beri mevcut bir yahudi toplulugu (Yishuv) vardi. Osmanli tabiiyetinde bulunan bu kucuk topluluk, yerli halkla bir hayli kaynasmis Sefardi yahudileriyle sonraki bazi goclerle gelip daha cok kutsal saydiklari dort sehre yerlesen Eskenazi yahudilerinden olusuyor ve bunlarin pek azi ticaretle, cogu da dunya yahudilerinin geleneklesmis bagislari olan “halukka” ile geciniyordu. Aliyah hareketiyle sistemli olarak gelip yerlesen yeni gocmenlerin durumu ise cok farkli idi. Siyonizm hareketi ortaya ciktigi zaman Filistin’in Osmanli yonetiminde bulunmasi, siyonistlerin butun girisimlerinin ozellikle Osmanli Devleti uzerinde yogunlasmasina sebep oldu. Siyonist liderleri once II. Abdulhamid ile, daha sonra da iktidari ele geciren Ittihat ve Terakki ile muzakerelere oturdular. Filistin’de bir Musevi yurdu kurulmasi icin izin isteyen siyonistler ilk defa Osmanli hukumetine belirli bir meblag karsiliginda Filistin’i satin almayi, ardindan da Duyun-i Umumiyye’nin kendileri tarafindan konsolidasyonunu teklif ettiler. Theodor Herzl baskanliginda bir heyet iki defa II. Abdulhamid nezdinde girisimde bulundu ve Herzl 1901’de sultanla gorustu. Padisah, zulumden kacan yahudilere Osmanli topraklarinda yerlesme musaadesi vermekle birlikte Filistin’de yurt kurmalari yolundaki tasariyi kabul etmedi; Filistin’de toprak satin almalarini yasaklamak, hac maksadiyla Kudus’u ziyaret edeceklere sadece gecici izin vermek, vize koymak gibi uygulamalar getirdi.

II. Abdulhamid’den istedikleri tavizleri alamayan siyonistler 1908 inkilabini bir umit isigi olarak gorduler. Basa gecen Ittihat ve Terakki iktidari yeni hurriyet anlayisiyla onceleri olumlu bir yaklasim icine girdi ve II. Abdulhamid’in Kudus’u ziyaret edeceklere gecici olarak uyguladigi “kirmizi tezkere” adi verilen izin belgesini kaldirdigi gibi Filistin’de toprak satin almayi da serbest birakti. Fakat bu durum uzun surmedi; ozellikle 31 Mart Vak‘asi’ndan sonra azinliklarin bagimsizlik ve ayrilma yonunde faaliyetlerini arttirmalari, bu arada siyonistlerin cabalarini Filistin’de kolonilesme yonunde planli bir sekilde surdurmeleri, imparatorlugun butunlugunu temel kaygi edinmis Ittihatci Genc Turkler’i kuskulandirdi ve bu sebeple cesitli yeni kisitlamalar yururluge kondu. Genc Turkler’in siyonizm karsisindaki bu tutumunun ilk ve en onemli sebebi, milliyetcilik akimlarinin imparatorlugun butunlugunu tehdit ettigi bir donemde yeni bir ayrilikci hareketin dogmasina izin vermek istememeleriydi. Fakat korktuklari bir baska cepheden baslarina geldi. Bu donemde bagimsizlik gudusuyle ve ozellikle Suriye ve Lubnan’da etkin gizli cemiyetlerin bunyesinde bir Arap milliyetciligi gelisti. Bu hareket icinde yer alanlar, Filistin’de Osmanli hakimiyetinin Musevi ya da siyonist hakimiyetiyle degismesini kesinlikle istemiyorlardi. Bu arada siyonistlerin Filistin’de baslattiklari kolonizasyona engel olmak icin ellerinden geleni yapiyorlar ve Filistin’e Musevi gocunu durduramayan Osmanli yonetimini siddetli bir sekilde protesto ediyorlardi. Bundan dolayi Osmanlilar’a karsi Arap milliyetciligi davasini gudenlerin basinda Filistinliler’in bulunmasi bir tesaduf degildi. Filistinliler’in tepkileri cercevesinde basin organlarinin da gelismesi ve ozellikle bunlardan birinin Filistin adini tasiyip okuyucularina “Filistinliler” diye hitap etmesi ayrica kayda deger. Bu siralarda Arap tepkilerini en fazla ceken ve zamanla milliyetci bir harekete donusen gelismelerden biri de butun yasaklamalara ragmen yahudi toprak kazaniminin artisiydi. Daha 1901’de toprak alimi temel maksadiyla kurulan Yahudi Milli Fonu gibi cesitli siyonist kuruluslar Filistin’e para akitiyorlar, paranin cazibesine kapilan bazi Arap mulk sahipleri de ellerindeki topraklari satiyorlardi. Cesitli ic ve dis gailelerle mesgul olan merkezi hukumet ise bu gelismelere engel olamiyordu. Sonucta yahudi siyonist yerlesimine karsi Arap milliyetciligi harekete gecti. Arap ve yahudi milliyetciliklerinin catistigi Filistin’deki karmasayi arttiran bir diger onemli unsur da bu stratejik bolge uzerinde farkli cikarlari bulunan Avrupali guclerin isin icine girmesiydi. Basta Ingiltere olmak uzere bazi Bati devletleri Arap milliyetciligiyle siyonizmin ileride karsi karsiya gelecegini dusunmeksizin bu iki akimi desteklemekten ve Osmanli Ortadogusu’nu somurebilmek icin cesitli etnik gruplari dis politika amaclarina alet etmekten cekinmediler; bu gruplari himayeleri altina alarak imparatorluk icinde kendilerine bagli unsurlardan nufuz bolgeleri olusturdular. Boylece Osmanli Devleti dagildiginda bu nufuz bolgelerine dayanarak imparatorlugun mirasini aralarinda paylasabilecekleri bir ortam hazirladilar.

I. Dunya Savasi sirasinda Osmanli-Alman ittifaki karsisinda yer alan Avrupali gucler, siyonistler basta olmak uzere Osmanli topraklarindaki Turk olmayan unsurlari devlet otoritesine karsi kiskirtmaya basladilar ve sonunda cephede yenemedikleri Turkler’i ayaklanma ve besinci kol faaliyetiyle icten cokertmeyi basardilar. Bu arada kendi yanlarina cekmek icin gerek Araplar’a gerekse yahudilere yaptiklari taahhutler Filistin’in durumunu daha karmasIk bir hale getirdi. Ingiltere, Araplar’i Osmanlilar’a karsi harekete gecirmek icin ilk sozu 1915-1916’da verdi. Serif Huseyin - Mac-Mahon arasinda yapilan yazismalarla Itilaf guclerine saglanacak destege karsilik Arap topraklarinin bagimsizligi vaad edilirken Filistin’in adi acikca zikredilmeyerek bir bulaniklik yaratildi. Buna ragmen o yillarda bu taahhudun bir aldatmacadan ibaret oldugunu bilmeyen Serif Huseyin Itilaf devletlerinin isini kolaylastiracak sekilde Osmanlilar’a karsi isyan etti. Halbuki cikarlari catisan Ingiltere ve Fransa, savas sonrasi icin gizli paylasim planlarini 1916 Mayisinda hazirlamislardi. Sykes-Picot Antlasmasi adiyla bilinen bu plana gore Araplar’a bagimsiz devlet kurmak uzere vaad edilen topraklar belli bir cizgiden sapilarak Ingiliz ve Fransiz nufuz alanlari seklinde ikiye ayriliyor, cikarlarin uzlasamadigi Filistin topraklari icin ise milletlerarasi bir idare dusunuluyordu. Savas suresince emelleri dogrultusunda planli calismaya devam eden yahudiler guclu gordukleri Ingiltere’ye destek verdiler. Ozellikle o donemde Ingiltere’de oturan yahudi politikacisi ve ilim adami Chaim Weizmann’in cabalari Ingiltere’yi yahudilere daha da yakinlastirdi. Ingilizler’in Araplar’i vaadlerle aldatisinin bir baska gostergesi de Ingiliz Disisleri Bakani Balfour’un 2 Kasim 1917’de, Filistin’de yurt edinmek isteyen Siyonist Dernekleri Federasyonu adina Lord Rotschild’e yazdigi “Balfour Bildirisi” denilen mektup oldu. Bu belgede, Ingiltere’nin Filistin’de yahudi halki icin bir milli yurt kurulmasini olumlu karsiladigi, bunun orada mevcut yahudi olmayan topluluklarin medeni ve dini haklarina bir zarar getirmeyecegine inandigi ve bu hedefin tahakkukunu kolaylastirmak icin elinden gelen gayreti gosterecegi belirtiliyordu (Stein, s. 548). Ingiltere’nin henuz tasarruf yetkisine sahip olmadigi bir bolgede yahudilere yurt vermeyi vaad ettigi bugunlerde Filistin nufusunun % 90’i Arap’ti ve topraklarin da ancak % 2’si yahudi mulkunde bulunuyordu (Zureik, s. 47). Bu carpikliga ragmen Ingiltere Araplar’a bu vaadin bir yahudi devleti kurmak anlamina gelmedigi, bagimsiz bir tek Arap devletine imkan taninacagi yolunda teminat verdi.

31 Ekim 1917’de Maresal Allenby kumandasindaki Ingiliz ordusu Filistin’in Bi’russebi‘ yoresini ele gecirdi. Kudus’u savunmak icin Osmanli cephesinde yeni bir ordu grubu kurulduysa da basari saglanamadi ve Allenby 11 Aralik’ta sehre girip etrafindakilere Hacli seferlerinin ancak simdi bittigini soyledi (Oke, s. 337; Adnan Ali en-Nahvi, s. 68). Kudus’un dususunden sonra Ingilizler Eylul 1918’e kadar Filistin topraklarinin tamamini ele gecirdiler. Boylece Osmanli idaresi fiilen son bulurken yuzyillar boyunca bolgeye degismez Arap-Islam karakterini veren Islam hakimiyeti donemi de kapanmis oldu.

Isgal ve Bagimsizlik Mucadeleleri Donemi. Allenby’nin isgaliyle birlikte 1917’den itibaren Filistin’de askeri bir idare kuruldu. Bolgedeki butun sivil makamlar dahi Ingiliz askeri otoritelerince dolduruldu. Askeri yonetimin Yishuvlar’la olan iliskilerini duzenlemek ve Balfour Bildirisi’nin taahhutlerini yerine getirmek uzere siyonistler bir komisyon olusturdular. Italya ve Fransa’dan da uyelerin katildigi Weizmann baskanligindaki bu komisyonun Avrupa’dan Filistin’e gelmesiyle Araplar, Ingilizler’in Filistin’i yahudilere teslim ettiklerini zannederek telasa kapildilar. Ingilizler bir taraftan Araplar’i teskin etmeye calisirken bir taraftan da yahudilerin Filistin’e yerlesmesine goz yumdular. 1914’te 38.754 olan yahudi nufusu 1918’de 58.728’e cikti; buna karsilik ayni tarihte musluman nufus 611.098 ve hiristiyan nufus da 70.429 idi (McCarthy, s. 26). Araplar, savastan sonra milletlerarasi bir ilke olarak benimsenen “halklarin kendi geleceklerini belirleme hakki” dogrultusunda Filistin’in kendilerine birakilmasini istiyorlardi. Fakat Ingilizler’in tesiriyle San Remo Konferansi 1920’de Filistin’i Ingiliz mandasina verdi. Ingiltere cok gecmeden Seria nehrinin dogusunda kalan kismi ayirarak Urdun Emirligi’ni olusturdu. Basina da Serif Huseyin’in oglu Emir Abdullah’i gecirdi. Ingiltere’nin Filistin ve Urdun uzerinde kurdugu manda idaresi 24 Temmuz 1922’de Milletler Cemiyeti tarafindan da onaylandi.

Ingiltere, Temmuz 1920 tarihinden itibaren Filistin’de bir sivil manda yonetimi kurdu ve buna uygun burokrasiyi faaliyete gecirerek bolgeyi gonderdigi bir yuksek komiser vasitasiyla yonetmeye basladi. Arkasindan yahudilerin bura ile tarihi baglari oldugunu ve dolayisiyla yeniden yurt edinmeye haklari bulundugunu ileri suren Balfour Bildirisi’ni manda hukukunu belirleyen metne dahil etti; ayrica bunu gerceklestirmeye yonelik sartlari olusturacak ve gocle gelen yahudilere toprak edinme imkani saglayacak maddeler ekledi. Milletler Cemiyeti’nin manda yonetimleri icin ongordugu sartlara tamamen aykiri olan yonetim Filistin’de hukuk disi bir gelismenin de baslangici oldu. Bundan sonra gocler daha da hizlandi ve yahudi nufusu 1925’te 104.000’e ulasti. Buna karsilik Araplar da Ingiltere’nin daha once kurulacagina dair teminat verdigi bagimsiz Arap devleti icin harekete gectiler. 1920’den itibaren bolgede gittikce siddetlenen ayaklanmalar ve yahudi-Arap catismalari basladi. Ingiliz manda yonetiminde Araplar’in dini islerini yurutmek uzere kurulan Yuksek Islam Konseyi bir siyasi organ haline geldi ve baskanligina secilen Kudus basmuftusu Haci Emin el-Huseyni bu donemde Arap ayaklanmalarinin en onde gelen lideri oldu. 1920, 1928, 1929 ve 1933’te daha cok mahalli capta bazi ayaklanma ve catismalar meydana geldi; ancak Araplar arasinda bir birlik ve beraberlik saglanamadi. Cunku onemli ailelerin gorus ayriliklari devam ediyordu. Filistin davasina buyuk darbe indiren muslumanlarin bu daginikligina karsilik siyonistler sistemli ve tutarli bir politika takip ederek Filistin’de yahudi nufusunun ve toprak mulkiyetinin genislemesini sagladilar. Ingiliz yonetiminin sanayilesmeyi tesvik edici yeni vergi sistemi daha cok yahudilerin isine yaradi. Bazi projeler bilincli olarak yahudi mutesebbislerine verildi. Bu durum iki toplum arasindaki gelismislik farkini Araplar aleyhine daha da derinlestirdi. 1931’deki hesaplara gore Araplar’in % 86’si tarimla ugrasip koylerde yasadigi halde yahudiler daha cok sehirlerde oturuyorlar, ticaret ve sanayi ile ugrasiyorlardi. Ayrica manda yonetiminin egitim ve sosyal harcamalara ayirdigi payi giderek kismasi egitim acigini da arttirdi. Arap okullarinin cogu ilkokul seviyesinde iken yahudilerin siyonistlerin yardimiyla acilmis universiteleri dahi bulunuyordu.

1933’te Naziler’in iktidara gelmesi uzerine Almanya’da yahudi dusmanliginin artmasi, yahudiler lehine bir dunya kamuoyunun olusmasina sebep oldu. Nazi zulmunden kacanlarin baslattigi yeni bir goc dalgasi sonucu uc yil icinde Filistin’deki yahudi nufusu Arap nufusunun ucte birine yaklasti. Ulkelerinin yavas yavas elden gittigini goren Araplar cesitli gizli dernekler kurarak mucadeleye basladilar; bunlarin en onemlileri Yesil El, Kara El ve Cihad-i Mukaddes orgutleriydi. Cihad-i Mukaddes’in basinda Kudus muftusu bulunuyordu. Kara El’in lideri Seyh Izzeddin el-Kassam’in Ingilizler tarafindan 1935’te oldurulmesi orgutlu Arap direnisini hizlandirdi. Cesitli bolgelerde kurulan milli komiteler bir araya gelerek 25 Nisan 1936’da ilk buyuk direnis teskilati olan el-Lecnetu’l-Arabiyyetu’l-ulya li-Filistin’i teskil ettiler ve baskanligina da Kudus basmuftusu Emin el-Huseyni’yi getirdiler. Ayni sekilde yahudiler de Araplar’a karsi teskilatlaniyorlardi. Ozellikle butun Filistin’e yayilan Haganah adli orgut Ingilizler’den buyuk destek ve musamaha goruyor, hatta askeri kanadi Ingiliz subaylari tarafindan egitiliyordu. Boylece karsilikli cesitli orgutlerin ortaya cikmasiyla birlikte 1933’ten sonra taraflar arasindaki catismalar artti.

Araplar, Ingiliz manda yonetiminin yahudi goclerine izin vermesine ve onlari silahlandirmasina karsi 1936’da buyuk bir isyan baslattilar. Bes ay kadar devam eden isyan pek cok kisinin olumune sebep oldu. Milletler Cemiyeti’nin baskisi ile Ingiltere konuyu cozmek icin harekete gecti ve Ingiliz Kraliyet Komisyonu bolgede yaptigi incelemelerden sonra 1937’de bir rapor sundu. Raporda Filistin’de manda idaresinin islemeyecegi ortaya konuluyor ve ayri ayri Arap ve yahudi devletlerinin kurulmasi gerektigi savunuluyordu. Ayni zamanda takdim edilen taksim planina gore Araplar’a birakilan topraklarin sinirlari genis tutulmustu. Kudus ve cevresinin milletlerarasi idare altinda olmasini ongoren bu plan her iki taraf da karsi ciktigi icin uygulanamadi. Bundan baska daha pek cok taksim plani ortaya atildiysa da Arap cogunlugunun aleyhine oldugu icin hicbiri tatbik edilemedi. Araplar’la yahudiler arasindaki catismalar 1937-1939 yillari arasinda had safhaya ulasinca Ingiltere taraflari uzlastiracak bir cozum yolu bulmak amaciyla Subat 1939’da Londra’da bir konferans topladi; bir sonuc alamayinca da yayimladigi “beyaz kitap”ta yeni bir plan onerdi. Bu plana gore on yil icinde iki uluslu bagimsiz bir Filistin devleti kurulacak ve Araplar’la yahudiler yonetimde ortak pay sahibi olacaklardi; ayrica gocmenlere toprak satisi kisitlanacak, ilk bes yil icin yahudi gocu 75.000 kisiyle sinirlandirilacak ve 1944’ten sonraki gocler de Araplar’in rizasina ve iznine tabi tutulacakti.

Ingiltere’nin planina her iki taraf da karsi cikmakla birlikte Araplar’dan bazi gruplarin plana daha yumusak bakmalari ve silahlarini teslim etmeleri Filistinliler’in ortak mucadele gucunu boldu; bu arada plan uygulamaya konulmadan once II. Dunya Savasi patlak verdi. Savas yillari Araplar icin en felaketli yillar oldu. Ilimlilarla radikaller arasindaki anlasmazliklar kopma noktasina geldi. 1937’de tutuklanmak istenince Lubnan’a kacan Kudus muftusu Emin el-Huseyni Ingilizler tarafindan Filistin’e sokulmadigi icin direnis bassiz kaldi. Ote yandan Huseyni ile ailesinin buna bir tepki olarak Nazi Almanyasi’ni desteklemeleri manda idaresine ve yahudilere karsi verilen mucadelenin gucunu zayiflatti. Buna karsilik Hitler’in zulmunden dolayi dunya kamuoyunun destegini kazanan yahudiler faaliyetlerini arttirdilar ve bir taraftan Araplar’a, bir taraftan da 1939 planini uygulamaya calisan Ingiliz manda yonetimine karsi tedhis hareketlerini yogunlastirdilar. Siyonist teskilati Mayis 1942’de Amerika BirlesIk Devletleri’nde duzenledigi konferansta Filistin’de bir yahudi yurdunun kurulmasi icin mucadele edildigini ilk defa resmen acikladi. Bu siralarda gizli yahudi ordusu huviyetini kazanmis bulunan Haganah, bir yandan Ingiliz ordusundan silah kacirirken ote yandan da Avrupa’dan kacan yahudileri gizlice Filistin’e yerlestirme faaliyetlerini surduruyordu. Siyonist liderlerin cabalariyla Amerika BirlesIk Devletleri baskani, 1945’te Avrupa’dan kacan 100.000 yahudinin Filistin’e yerlestirilmesini istedi. Amerikalilar’la Ingilizler’den olusan bir komisyon 1946’da Filistin’de incelemelerde bulunduktan sonra bu gocun yapilabilecegini bildirdi; ancak siddete yol acacagi endisesiyle Filistin’in bagimsizligina veya taksimine karsi cikarak bunun yerine Ingiliz denetiminde iki uluslu tek bir devlet kurulmasini onerdi.

II. Dunya Savasi’nin ortaya cikardigi yeni durum, Filistin’deki yahudi-Arap catismasini ve yahudi terorunu daha da siddetlendirdi. Ingiltere 1946’dan itibaren Filistin’de sIkiyonetim uygulamaya basladi. Bu sekilde de karisIkliklari durduramayinca konuyu Birlesmis Milletler’e goturdu. Genel kurulun olusturdugu ozel bir komite, gereken arastirmalari yaptiktan sonra 1947’de bir ekonomik birlik altinda bolgenin iki halka taksimini tavsiye eden bir sonuc raporu hazirladi. Raporun arkasindan cesitli itirazlara ragmen genel kurul 29 Kasim 1947 tarihinde aldigi 181 sayili kararla Filistin’in taksimini kabul etti. Karara gore Filistin topraklari Kudus haric yedi bolgeye ayrilacak ve bunlardan ucu yahudilere, ucu de Araplar’a verilecekti. Yedinci bolgeyi olusturan Yafa sahil kesimindeki yahudi bolgesi icinde ayri bir parca olarak Araplar’da kalacak, Kudus ve cevresi ise milletlerarasi bir statuye kavusturulacakti. Bu plan uygulandigi takdirde buyuk kismi verimli arazi olmak uzere Filistin topraklarinin % 56,47’si yahudilerin eline geciyordu; halbuki goclere ragmen Araplar hala buyuk cogunlugu olusturuyorlardi. 1946 sayimina gore Filistin’in toplam nufusu 1.942.349 idi ve bunun 1.175.196’sini muslumanlar, 602.586’sini yahudiler, 148.910’unu hiristiyanlar, 15.657’sini de diger unsurlar meydana getiriyordu. Bu durumda yahudiler nufusun % 31’ini teskil ettikleri halde ulke topraklarinin yaridan fazlasina sahip oluyorlardi.

Yahudilere onemli avantajlar saglayan ve Filistin topraklarinin buyuk kismini ele gecirmelerine resmen izin veren bu adaletsiz plani Araplar kabul etmeyerek tedhis faaliyetlerini arttirdilar. Ingilizler taraflari uzlastiracak yeni bir formul arayisina girmedikleri gibi manda yonetiminin 15 Mayis 1948’de sona erecegini acikladilar. Taksim kararini benimseyen yahudiler ise derhal kendilerine ayrilan bolgeleri isgale basladilar. Buralarda yasayan Araplar’i ya oldurduler ya da tedhis yoluyla goce zorladilar. Nihayet Ingiliz manda idaresinin sona erecegi 14-15 Mayis gece yarisindan birkac saat once Tel Aviv’de Israil Devleti’nin kuruldugunu ilan ettiler. Daha once bagimsizlik kararindan haberdar edilmis bulunan Amerika BirlesIk Devletleri Baskani Truman tam on bir dakika sonra, Sovyetler Birligi de ertesi gun bu devleti tanidiklarini acikladilar.

Israil Devleti’nin kurulmasindan birkac saat sonra Arap Birligi Israil’e savas acti ve Misir, Urdun, Suriye, Lubnan ve Irak kuvvetleri uc yonden saldiriya gecerek baslangicta onemli ilerlemeler kaydettiler; ancak Batili guclerin Israil’i desteklemeleri uzerine savas aleyhlerine gelisti. Birlesmis Milletler Guvenlik Konseyi taraflar arasinda barisi saglamasi icin Isvec Krali V. Gustave’in yegeni Kont Bernadotte’u ara bulucu tayin etti; ancak Kont Bernadotte Kudus’un Araplar’da kalmasini istedigi icin yahudi militanlarca olduruldu (17 Eylul 1948). Bes gun sonra Emin el-Huseyni baskanligindaki el-Lecnetu’l-Arabiyyetu’l-ulya li-Filistin Sam’da yaptigi toplantida, butun Filistin topraklarini icine almak uzere Gazze’de bir Filistin devletinin kuruldugunu ilan etti (22 Eylul 1948); cumhurbaskanligina da Ahmed Hilmi Abdulbakī getirildi (1 Ekim 1948). Misir, Irak, Suriye, Lubnan ve Suudi Arabistan yeni devleti derhal tanidiklari halde Filistin topraklari uzerinde emelleri bulunan Urdun karsi cikti; hatta Kral Abdullah taraftari olan bazi Filistinliler Urdun’un Filistin’i himayesi altina almasini istediler. Bu sirada Amerika BirlesIk Devletleri’nin cabalariyla yapilan ateskese ragmen Israil savasi surdurerek Araplar’in ele gecirdikleri topraklari geri aldigi gibi Akabe korfezine kadar butun Filistin’i, bu arada Sina yarimadasini da isgal etti ve ancak bundan sonra savastigi her Arap ulkesiyle ayri bir mutareke antlasmasi imzaladi. Buna gore 24 Subat 1949 tarihinde Gazze bolgesi Misir’a birakildi; ancak Sina’nin buyuk bir kismi Israil’in isgalinde kaldi. Bu arada yurtlarini terkeden Filistinliler’den 250.000 kisilik bir grup da Gazze’ye yerlestirildi. 23 Mart gunu eski Lubnan-Filistin siniri kabul edildi; 3 Nisan’da Bati Seria bolgesi Urdun’e verilirken Kudus sehri de ikiye ayrilarak dogusu Urdun’e, batisi Israil’e birakildi. 20 Temmuz’da eski Suriye-Filistin siniri aynen benimsendi. Boylece Israil bu savas sonunda 1947’deki taksim plani ile Filistin’den elde ettigi topraklardan daha fazlasini kazandi; bu arada Urdun de Israil’den sonra en cok toprak kazanan ulke oldu. 1947’de 650.000 civarinda bulunan yahudilerin sayisi 1949 sonunda 758.000’e ulasirken yahudi zulmu altinda yasamak istemeyen Filistinliler komsu ulkelere veya Araplar’in yogun oldugu bolgelere sigindilar. Bu yuzden Filistin’de nufus dengesi Araplar aleyhine degistigi gibi gunumuze kadar suren bir Filistin multecileri sorunu da ortaya cikmis oldu. Israil’in butun tepkilere ragmen 23 Ocak 1950 tarihinde aldigi bir kararla Kudus’u bassehir ilan etmesi ortaya ikinci bir mesele daha cikardi ve bu da multeciler meselesi gibi dunya kamuoyunu gunumuze kadar mesgul etti.

Israil ile mutareke imzaladiklari halde barisa yanasmayan Arap ulkeleri 17 Haziran 1950’de aralarinda askeri ittifaklar yaptilar. Batili guclerin Araplar’a ambargo uygularken Israil’i desteklemeleri gerginligi arttirdi. Misir’da bir darbeyle iktidari ele geciren Cemal Abdunnasir, Gazze bolgesindeki Filistinli gencleri komando olarak teskilatlandirip Israil topraklarina saldirtti. Nasir’in Suveys Kanali’ni millilestirmesi uzerine cikarlari tehlikeye giren Ingiltere ve Fransa Misir’a savas actilar. Bu arada Israil de onlarin yaninda yer alarak Ortadogu’da onemli bir askeri guc oldugunu ortaya koydu; ayrica Gazze’yi de isgal edip Fedayin Orgutu’nu dagitti. Bunun uzerine Kuveyt’te, Kahire’de muhendislik ogrenimi gorurken Suveys Kanali’nda Ingiliz birliklerine karsi saldirilara katilan Yasir Arafat tarafindan Filistin komando orgutlerinin ikincisi olan el-Fetih kuruldu (1958).

Filistin kokenli is adamlari ile aydinlari bunyesinde toplayan el-Fetih, bir taraftan siyasi faaliyetlere girisirken bir taraftan da Cezayir’de komando egitimi baslatti. Filistin’in ancak Filistinliler’ce kurtarilabilecegini savunan bu orgutun kurulusu, Filistin meselesini kendi cikarlari icin kullanmaya calisan bazi Arap ulkelerini rahatsiz etti. Nasir bu hareketi kendi otoritesine karsi bir meydan okuma olarak yorumladi. Arap ulkeleri konuyu gorusmek uzere 9-19 Eylul 1963 gunlerinde Kahire’de bir araya geldiler. Burada Filistinliler’in surgunde bir hukumet kurmalarina ve bir ordu ile meclis olusturmalarina karar verildi. Misir karari hararetle desteklerken Urdun karsi cikti. Cunku ona gore boyle bir devlet ancak kendi kontrolunde bulunan Bati Seria’da kurulabilirdi. Buradaki hakimiyetini kaybetmek istemeyen Urdun’un karsi cikmasina ragmen Kudus’un Arap kesiminde 28 Mayis - 3 Haziran 1964 tarihleri arasinda Filistinliler’in ilk buyuk kongresi yapildi. Baskanligini Ahmed Sukayri’nin yaptigi bu kongre Filistinliler’in ilk milli meclisi sayilmaktadir. Kongrede Filistin Kurtulus Orgutu’nun kurulusu ve yirmi dokuz maddelik Filistin Milli Misaki kabul edildi. Milli Misak’a gore Filistin Devleti’nin sinirlari Ingiliz manda yonetimi zamanindaki Filistin topraklarini icine aliyor ve bu topraklar Arap vatani sayilarak kurtarilmasi mesru savunma kabul ediliyordu. Bu bakimdan Milli Misak, 1917 Balfour Bildirisi ile 1947’deki taksim planini gecersiz saymis oluyordu. Fakat merkezi Kahire’de bulunan Filistin Kurtulus Orgutu daha ilk gunden itibaren Arap ulkelerinin kontrolune girdi. Bunun uzerine yalniz bagimsiz Filistinli kimligiyle mucadelede basarili olunabilecegini savunan el-Fetih ile Filistin Kurtulus Orgutu arasinda bir rekabet basladi.

Her gecen gun kuvvetlenen el-Fetih orgutu 1965 yili baslarindan itibaren Israil’e karsi silahli mucadeleye giristi. Israil hem el-Fetih gerillalarinin herekatina son vermek, hem de arz-i mev‘udu ele gecirmek icin 5 Haziran 1967’de Araplar’a karsi yeniden hucuma gecti ve alti gun suren savas icinde Misir’a ait Sina’yi, Suriye’ye ait Golan tepelerini, Urdun’un yonetimindeki Bati Seria ile Dogu Kudus’u ve Filistin’in Gazze Seridi’ni isgal etti. Boylece Filistin topraklari disinda yeni topraklar da ele geciren Israil, sinirlari icinde yasayan 300.000 Arap’a 1.000.000 daha eklemis oldu. Bu sirada sayilari 2.300.000’i bulan yahudilerin genel nufusun % 63’unu meydana getirdikleri gorulmektedir. Birlesmis Milletler Guvenlik Konseyi’nin, isgal edilen topraklarda halka insani muamele yapilmasi ve yurtlarina donmek isteyenlere izin verilmesi yolunda aldigi 14 Haziran 1967 tarihli ve 237 sayili karari uygulanamadi. Bu yuzden Filistin multecilerinin sayisinda 350.000-400.000 civarinda bir artis meydana geldi; bunun cogunlugunu Bati Seria’dan kacanlar teskil ediyordu (Armaoglu, s. 267). Birlesmis Milletler Guvenlik Konseyi’nin 22 Kasim 1967 tarihinde oy birligiyle aldigi 242 sayili kararda ise savas yoluyla toprak kazanilmasinin kabul edilemeyecegi, bolgedeki her devletin guvenlik icinde yasayabilecegi adil ve devamli bir barisin gerekliligi vurgulaniyordu. Barisin gerceklesmesi icin de Israil’in son savasta isgal ettigi topraklardan askerini geri cekerek savasa son vermesi sart kosuluyordu. Ayrica multeciler sorununun adil bir cozume kavusturulmasi, bolgedeki her devletin toprak butunlugunun ve siyasi bagimsizliginin garanti altina alinmasi isteniyordu.

Arap ulkeleri 242 sayili kararin, baris icin Israil’in isgal ettigi topraklardan cekilmesini sart kostugunu ileri surerken Israil aksini savunarak guvenlikli ve taninmis sinirlara dayanan bir baris gerceklesmedikce isgal ettigi topraklardan cekilmeyecegini acikladi. Boylece 242 sayili karar kabul edildigi andan itibaren tartisma konusu oldu. Buna ragmen butun baris planlarinin hareket noktasi olarak gunumuze kadar gecerligini korudu. Diger taraftan 1967 yenilgisi, Araplar’in Filistin politikalarinda bazi onemli degisIklikler yapmalarina sebep oldu ve en basta Filistin topraklarinin kurtarilmasi icin Israil’in ortadan kaldirilmasi gerektigi politikasindan yavas yavas uzaklasmaya basladilar. Arap devletlerinin bundan sonra Israil’e karsi uyguladiklari politikanin temelini kaybettikleri topraklarin geri alinmasi teskil etti. Sadece varligi ile degil bir kisim topraklari isgal etmis olmasiyla da barisin en buyuk engeli durumuna gelen Israil ise bu topraklari Araplar’i barisa zorlamak icin koz olarak kullandi.

Bati Seria’nin Israil isgaline ugramasi Filistinliler icin buyuk bir darbe oldu. Savasin sona ermesinden iki hafta sonra Sam’da toplanan el-Fetih merkez komitesi, Arafat’in israrlariyla Israil’e karsi fedai hareketlerinin arttirilmasina karar verdi. Arafat, kurtulus mucadelesini bizzat yonetmek uzere Temmuz 1967’de Sam’dan Bati Seria’ya gecerek karargahini Nablus’ta kurdu ve Eylul 1967’den itibaren bu bolgedeki Israil hedeflerine yonelik sabotajlara basladi. Suriye el-Fetih’in faaliyetlerini desteklerken Israil’e hedef olmaktan cekinen Urdun bunlara karsi cikti; Misir ise moral destekte bulundu. Fakat Israil’in karsi tedbir almasi uzerine Bati Seria’da tutunamayan Arafat ve gerillalari Urdun topraklarina cekildiler; Israil de onlari takip ederek gizlendikleri yerleri bombaladi. Filistinli gerillalar, 1968 sonundan itibaren Israil topraklari disindaki Amerika BirlesIk Devletleri ve Israil hedeflerine saldirilar duzenleyerek dunya kamuoyunun dikkatini cekmeye basladilar. George Habas’in lideri oldugu Marksist Filistin’in Kurtulusu Icin Halk Cephesi orgutunun 22 Temmuz 1968’de gerceklestirdigi ilk ucak kacirma eylemiyle de Israil isgaline karsi baslatilan Filistinliler’in mucadelesi yeni bir boyut kazandi.

el-Fetih orgutunun Israil’e yonelik direnme hareketlerinin basarisizligi Filistin Kurtulus Orgutu’ne de tesir etti. Ahmed Sukayri baskanliktan alinarak yerine ilimliligiyla taninan Yahya Hammude getirildi (24 Aralik 1967). Hammude 2 Ocak 1968’de bir demec vererek Yahudi-Arap Filistin Devleti’nin kurulmasini tercih ettigini acikladi. Filistin Kurtulus Orgutu’nun surgundeki hukumet rolunu oynayan milli konseyi ise el-Fetih ile birlesmeye karar verdi. 1-5 Subat 1969 tarihlerinde Kahire’de yapilan toplantida on bir uyeli yeni bir yurutme komitesi secildi; uyelerden dordu el-Fetih, ikisi Saika, biri Filistin Kurtulus Orgutu mensubu, ucu bagimsiz, biri de Filistin Milli Fonu temsilcisiydi. Yeni yurutme komitesi baskanliga Yasir Arafat’i secti. Filistin Milli Konseyi, Birlesmis Milletler Guvenlik Konseyi’nin 242 sayili kararini reddederek barisin ancak muslumanlarin, hiristiyanlarin ve yahudilerin esit oldugu, siyonist irkciliktan arinmis hur ve demokratik bir Filistin devletinin kurulmasiyla tesis edilebilecegini acikladi. Boylece Filistin Kurtulus Orgutu el-Fetih’in kontrolune girdikten sonra karsi koyma faaliyetleri yeniden tirmanisa gecti ve basta Kudus olmak uzere Israil isgali altindaki Arap topraklarinda sabotaj faaliyetleri artti. el-Fetih Urdun’den sonra Lubnan topraklarinda da Israil’e saldirmaya basladi. Israil isgali altinda bulunan Dogu Kudus’teki Mescid-i Aksa’nin 21 Agustos 1969 tarihinde bir yahudi tarafindan yakilmak istenmesi meseleye yeni bir boyut kazandirdi. Butun Islam dunyasinin tepkisine yol acan bu olay Islam Konferansi’nin toplanmasina sebep oldu. Turkiye’nin de uye oldugu Islam Konferansi Teskilati, 22-25 Eylul 1969 tarihlerinde Rabat zirvesinde Israil’in Kudus’ten cikmasina ve Kudus’e 1967 oncesi statusunun iade edilmesine karar verdi. Ayni sekilde Birlesmis Milletler Guvenlik Konseyi de Kudus’e eski statusunun geri verilmesini isteyen 15 Eylul 1969 tarihli ve 267 sayili karari aldi. Israil bu kararlara aldirmayip isgalini surdururken Filistin Kurtulus Orgutu de Israil’e yonelik saldirilarini arttirarak devam ettirdi. Fakat Urdun ic savasinin cikmasi orgut icin buyuk bir darbe oldu.

1967 savasindan once toplam sayilari 1.300.000 civarinda olan Filistin multecilerinin 700.000’i Urdun’de yasiyordu. 1967’de Israil isgaline ugrayan Bati Seria halki tarihi ve cografi baglari dolayisiyla ikinci vatan saydiklari bu ulkeye siginmislardi. Urdun’un ekonomisi ise bu kadar multeciyi barindiracak gucte degildi; ayrica askeri durumu da zayif oldugu icin topraklarinda uslenen Filistin Kurtulus Orgutu’nun Israil ile basini derde sokacagindan endise ediyordu. Diger taraftan Nasir gibi sosyalist Arap liderleri Urdun’de krallik rejimini yikmak icin Filistinli multecileri kullanmaya calisiyorlardi. Bu sebeplerle Urdun bir ic savasa suruklendi ve askerlerin 7 Haziran 1970’te bassehir Amman yakinindaki Zerkā multeci kamplarina saldirisiyla baslayan kanli olaylar bir yildan fazla surdu. Catismalarda yuzlerce Filistinli gerilla olduruldu, 2300’u de tutuklandi; kalanlarin ise bir kismi Suriye’ye, bir kismi Lubnan’a sigindi. Arap ulkeleri olaya buyuk tepki gosterdiler ve Urdun’u Filistin ihtilalini tasfiye etmekle sucladilar. 28 Kasim 1971 gunu Urdun Basbakani Vasfi Tell Kahire’de Kara Eylul orgutu tarafindan olduruldu. Bazi Arap ulkeleri de Urdun ile diplomatik iliskilerini kestiler. Kral Huseyin 15 Mart 1972’de yeni bir tasari sundu. Tasari Bati Seria bolgesini Filistin, Dogu Seria bolgesini de Urdun adiyla tanimladiktan sonra BirlesIk Arap Kralligi adi altinda iki bolgeli bir federasyon oneriyordu; Filistin’in bassehri Kudus, Urdun’unki Amman olacak, birlesIk kralligin hukumdarligini da Urdun krali yurutecekti. Ilk tepki Israil’den geldi; Misir ve el-Fetih de tasariyi sabotaj olarak nitelediler ve Misir 6 Nisan 1972’de Urdun’le diplomatik iliskisini kesti. Araplar’in tam bir daginiklik icinde bulunduklari bu sirada yeni bir Israil-Arap savasi patlak verdi.

Israil’in 1967’de isgal ettigi topraklari geri almak amaciyla 6 Ekim 1973 gunu Misir’in Suveys Kanali’ndan, Suriye’nin de Golan tepelerinden saldiriya gecmeleriyle savas basladi. Ancak karli cikan taraf yine, Kahire’nin 100 km. yakinina kadar ilerleyen Israil oldu ve Misir ile Suriye’den toprak elde etti. Israil savastan sonra tutumunu daha da sertlestirdi; bunun birinci sebebi bir teror orgutu kabul ettigi Filistin Kurtulus Orgutu ile muzakereye yanasmamasi, ikincisi de toprak tavizi verebilmek icin birtakim siyasi avantajlar saglamak istemesiydi. Misir ise Israil ile baris yapmayi dusunuyor, fakat barisin sarti olarak Israil’in isgal ettigi butun Arap topraklarindan cekilmesini ve Filistin halkinin mesru haklarini tanimasi sartini ileri suruyordu. Amerika BirlesIk Devletleri Disisleri Bakani Henry Kissinger’in baslattigi “mekik diplomasisi” sayesinde iki taraf arasinda kuvvetlerin birbirinden ayrilmasini ongoren antlasma imzalandi (18 Ocak 1974). Israil Suveys’in batisindan tamamen cekildigi gibi dogu kisminda da dar bir toprak seridini Misir’a birakti. Ayni sekilde Suriye-Israil arasinda 31 Mayis 1974’te imzalanan antlasma ile de Israil Golan tepelerinden ele gecirdigi topraklarin bir kismini Suriye’ye geri verdi. Bunun arkasindan Kissinger, Israil’in 1967’de isgal ettigi Bati Seria’dan cekilerek Urdun’le yapilacak barisa dogru ilk adimi atmasi icin harekete gecti. Fakat boyle bir barisi saglamanin cesitli zorluklari vardi. Bati Seria’yi kendi tabii ve tarihi vatani sayan Filistin Kurtulus Orgutu Israil’in varligini kabul etmiyor, Israil de yapilacak muzakerelere bu orgutun alinmasini istemiyordu. Ayrica orgut 1970 ic savasindan beri Kral Huseyin’i dusman olarak goruyordu. Ote yandan Israil de Bati Seria’yi tarihi ve dini bakimdan yahudi topragi sayiyor, buradan bir karis topragin verilmesine dahi karsi cikiyordu. Kissinger, Filistin Kurtulus Orgutu’nu saf disi birakarak konuyu Kral Huseyin ile cozmek istedi. Bunun uzerine orgut 10 Haziran 1974’te on maddelik bir siyasi program yayimladi. Burada, Filistin halki yurduna donmedikce ve selfdeterminasyon hakkina kavusmadikca devamli ve adil bir barisin yapilamayacagi vurgulaniyor, Filistin topraklarinin kurtarilmasi ve bagimsiz bir “milli otorite” kurulmasi (“devlet” kelimesi kullanilmamistir) temel amac ilan ediliyordu. Arap zirvesi de 26-29 Ekim 1974’te Rabat’ta toplanarak Filistin Kurtulus Orgutu meselesini ele aldi. Yayimladigi bildiride orgutun, Israil isgali altindaki topraklarda ve bu topraklarin disinda yasayan 3 milyon Filistinli’nin tek mesru temsilcisi olarak kabul edildigi aciklandi. Filistin halkinin anavatanina donme, selfdeterminasyon ve kurtarilan herhangi bir Filistin topraginda orgutun yonetimi altinda bagimsiz bir milli otorite kurma haklari teyit edildi. Bundan baska, Turkiye’nin de aralarinda bulundugu elli alti ulke 11 Eylul 1974’te Filistin meselesinin Birlesmis Milletler Genel Kurulu gundemine ayri bir madde olarak alinmasini teklif ettiler. Genel kurulun 14 Ekim tarihli toplantisinda yine Turkiye dahil yetmis iki ulke, Filistin Kurtulus Orgutu’nun Filistin meselesinin bir tarafi sifatiyla toplantiya cagrilmasini istedi. Teklif benimsenerek Yasir Arafat 13 Kasim gunu Birlesmis Milletler Genel Kurulu’na davet edildi. Arafat konusmasinda Filistin halkinin kendi anavatanina donmesinin saglanmasini istedi. Genel kurul da 22 Kasim 1974 tarih, 3236 ve 3237 sayili kararlari ile Filistin halkinin selfdeterminasyon, milli bagimsizlik ve Filistin icinde hakimiyete sahip olma haklarini tanidi; ayrica orgute Birlesmis Milletler’in butun toplantilarinda bulunmak uzere gozlemci statusu verdi. Bu gelismeler, Kissinger’in Bati Seria icin yapmaya calistigi Israil-Urdun antlasmasina engel oldu. Ayrica Filistin Kurtulus Orgutu icinde ortaya cikan bazi olaylar sartlari daha da guclestirdi. George Habas’in liderligindeki Filistin’in Kurtulusu Icin Halk Cephesi ve onu destekleyen fraksiyonlar Israil’e karsi mucadelelerini arttirdilar. Zaman zaman el-Fetih orgutunun de karistigi silahli saldirilar 1974 sonlarindan itibaren tekrar yayginlasti. Bunun uzerine Kissinger butun cabasini Sina uzerinde yogunlastirdi ve nihayet cesitli diplomatik faaliyetlerin ardindan 4 Eylul 1975’te Israil-Misir arasinda ikinci bir antlasma imzalandi. Bu antlasma ile taraflar Ortadogu anlasmazliginin kuvvetle degil muzakerelerle cozulecegini kabul ettiler ve Israil Sina’dan bir parca topragi daha Misir’a geri verdi. Amerika BirlesIk Devletleri ile iliskileri gelistirdikce parca parca da olsa Sina’yi kurtarmanin mumkun oldugunu goren Misir Cumhurbaskani Enver Sedat 26 Ekim - 5 Kasim 1975 tarihleri arasinda Washington’u ziyaret etti.

Filistin Kurtulus Orgutu, 1975 Israil-Misir antlasmasindan sonra milletlerarasi planda taninma bakimindan birtakim cabalar icine girdi. Filistin meselesi ve orgut 1976 yilinda Ortadogu gundeminin baslica konusu oldu. Misir ve Urdun, Birlesmis Milletler Guvenlik Konseyi’nden Filistin Kurtulus Orgutu’nun Filistin halkinin tek temsilcisi olarak kabul edilmesini ve Israil’in isgal ettigi topraklardan cekilip bu topraklarda bir Filistin devletinin kurulmasina dair karar alinmasini istediler. Israil, Birlesmis Milletler gozetiminde Cenevre’de yapilmasi dusunulen konferansa razi olmakla birlikte Suriye ve Urdun’un yaninda orgutun de toplantilara katilmasina karsi cikti ve orgutle hicbir yerde masaya oturmayacagini, ancak Urdun’un Filistinliler adina konusabilecegi gorusunu tekrarladi.

Amerika BirlesIk Devletleri’nde baskanlik secimini Jimmy Carter’in kazanmasiyla Filistin meselesi yeni bir safhaya girdi. Carter, Disisleri Bakani Cyrus Vance’a Subat 1977’de Ortadogu’da bir nabiz yoklamasi yaptirdi ve butun Arap ulkelerinin bir Filistin devletinin kurulmasinda israr ettikleri ortaya cikti. Sadece Misir bu devletin bir konfederasyon altinda Urdun ile birlesmesinden yana idi. Filistin Milli Konseyi de 12-20 Mart 1977 tarihleri arasinda Kahire’de yaptigi toplantida on bes maddelik bir program kabul etti. Bu programda milli topraklar uzerinde bagimsiz bir devlet kurulmasi ongoruluyor, milli topraklarla da 1922’de Ingiliz mandasina verilen topraklarin kastedildigi aciklanarak Israil’in varligi yine reddediliyordu. Amerika BirlesIk Devletleri yonetimi, taraflara hem Israil’in hem de Filistin’in varligini kabul ettirecek yeni bir formul bulma cabasina girdi ve Filistin halkina Bati Seria ile Gazze’de bir yurt saglanmasi gorusunu islemeye basladi. Ancak bu sirada Israil’de iktidar degisti ve yonetime gelen Likud Partisi lideri Menahem Begin isgal edilmis topraklarin, ozellikle Bati Seria’nin tarihi yahudi yurdu oldugunu, buralardan bir karis dahi toprak verilmeyecegini acikladi. Bir taraftan da isgal edilmis topraklarda yeni yahudi yerlesim merkezleri olusturarak buralarda bir Filistin devletinin kurulmasi imkanini ortadan kaldirmaya yoneldi. Israil’in bu tutumu karsisinda Amerika BirlesIk Devletleri ve Sovyetler Birligi, Cenevre Konferansi’nin ortak baskanlari sifatiyla 1 Ekim 1977’de bir bildiri yayimlayarak Israil’in isgal ettigi topraklardan cekilip Filistin halkinin mesru haklarini tanimasini ve Cenevre Konferansi’nin en gec Aralik 1977’de toplanmasini istediler. Filistin Kurtulus Orgutu bu bildiriyi memnunlukla karsiladi; Israil ise Filistin Kurtulus Orgutu katildigi takdirde konferansa gitmeyecegini acikladi ve arkasindan bir plan hazirlayarak Araplar’in konferansa tek delegasyon halinde katilabileceklerini, Filistinliler’in de bu heyet icinde yer alabileceklerini bildirdi. Filistin Kurtulus Orgutu ve Suriye Israil’in bu planini kesinlikle reddettiler. Israil’in ileri surdugu sartlarin Amerika BirlesIk Devletleri tarafindan desteklenirken Araplar tarafindan reddedilmesi konferansin basari sansini daha baslamadan azaltti. Bu sartlar icinde, Filistin Kurtulus Orgutu’nun Cenevre’de temsil edilmesini isteyen Misir Devlet Baskani Enver Sedat o gune kadar dusunulmesi dahi mumkun olmayan bir harekete giristi ve Arafat’in da hazir bulundugu bir toplantida barisi saglamak icin Israil’e gidebilecegini ve parlamentoda konusabilecegini soyledi (9 Kasim 1977). Butun dunyada buyuk tesir yapan bu cikisi Israil memnunlukla karsiladi ve 15 Kasim 1977’de parlamento Enver Sedat’i resmen davet etti. Enver Sedat, yurt icinden ve disindan gelen yogun Arap tepkilerine ragmen 19-21 Kasim 1977 tarihleri arasinda Kudus’u ziyaret etti ve Israil parlamentosunda yaptigi uzun konusmada, Filistin halkinin kendi devletini kurma ve selfdeterminasyon hakki dahil temel haklarinin kabul edilmesini istedi. Onun bu konusmasinda Sina yarimadasi ile birlikte Filistin topragi olan Bati Seria ve Gazze’yi de kurtarmaya calistigi, hatta bunu Misir-Israil barisinin ana unsuru saydigi acikca anlasiliyordu. Fakat bu baris tesebbusu Israil’in olumsuz tutumu yuzunden basarisizlikla sonuclandi ve bu durum, Sedat’in bir Ortadogu barisi yoluyla Filistin meselesini cozmesi ihtimalinden rahatsiz olan ve bu sebeple onu, politik hesaplarina ters dustugu icin Israil ile ikili barisa gitmekle ve Filistin davasina ihanet etmekle suclayan bazi Arap devletleri ve Sovyetler Birligi tarafindan buyuk bir memnuniyetle karsilandi.

Bunun uzerine Amerika BirlesIk Devletleri kapsamli bir Ortadogu barisi yerine ilk adim olarak oncelikle Misir-Israil arasinda baris saglanmasi icin harekete gecti. Bu ikili barisla birlikte Bati Seria ve Gazze icin de gecici bir duzenleme yapilacakti. Uzun diplomatik tartismalardan sonra Baskan Carter, Enver Sedat ile Israil Basbakani Begin’i 17 Eylul 1978 gunu Beyaz Saray’in yazligi Camp David’de bir araya getirdi ve burada biri Ortadogu Icin Cerceve Antlasmasi, digeri Misir-Israil Barisi Icin Cerceve Antlasmasi adini tasiyan iki on antlasma imzalandi; bunlarin ikisi de kesin baris antlasmasi degildi ve sadece meselelerin cozumlerinde esas alinacak noktalari belirliyordu. Bu cerceve antlasmalarinda Filistin sorununa genis yer verilmis ve butun yonleriyle ele alinacagi muzakerelere Misir, Israil, Urdun ve bu topraklarda yasayan Filistin halkinin temsilcilerinin katilmasi ongorulmustu. Muzakereler uc asamali olacakti. Birinci asamada Bati Seria ve Gazze halki, yapacagi secimle Israil askeri yonetiminin yerini almak uzere bes yillik bir ozerk yonetim olusturacak, ikinci asamada Israil askerlerinin cekilmesiyle birlikte bes yillik sure baslayacak ve bu arada ozerk yonetim kendi guvenlik teskilatini kuracak, ucuncu asamada ise bu donemin ilk uc yili gectikten sonra Bati Seria ve Gazze’nin nihai statusunu belirleyecek muzakerelere baslanacakti. Gecici ozerklik doneminde ayrica multeci Filistinliler’in donmelerine izin verilecek ve butun bu gorusmeler Guvenlik Konseyi’nin 242 sayili karari cercevesinde yapilacakti. Muzakereler sonunda varilacak cozum ise hem sinirlari ve guvenlik konularini duzenleyecek, hem de Filistin halkinin mesru haklarini taniyacakti. Fakat Guvenlik Konseyi’nin 242 sayili kararina Kudus de dahil oldugu halde cerceve antlasmalarinda bu konuya yer verilmemis, boylece Amerika BirlesIk Devletleri’nin cabalarina ragmen Israil Kudus’ten vazgecmeyecegini ortaya koymustu.

Camp David’de imzalanan antlasmalara Araplar buyuk tepki gosterdiler. Ilk sert tepki Yasir Arafat’tan geldi ve bunlari “kirli bir is” olarak nitelendirip Enver Sedat’in ve Amerika BirlesIk Devletleri’nin bunun bedelini odeyeceklerini soyledi. Bati Seria Araplari’nin liderleri 1 Ekim 1978’de, Gazzeli liderler de 18 Ekim’de milli kurtulus hareketine darbe indirdikleri gerekcesiyle antlasmalari tamamiyla reddeden birer bildiri yayimladilar. 5 Kasim’da Bagdat’ta toplanan Arap ulkeleri Filistin Kurtulus Orgutu’nun Filistin halkinin tek temsilcisi oldugunu ve sonuna kadar desteklenecegini ilan ettiler.

12 Ekim 1978’de baslayan Misir-Israil muzakereleri sirasinda en cok tartisma Filistin konusunda ortaya cikti. Israil Basbakani Begin, daha isin basindan itibaren Bati Seria ve Gazze meselesini baris antlasmasindan ayirmaya ve ikisi arasinda bir baglanti kurulmasini onlemeye calisarak bu bolgeler uzerinde taviz vermeye niyeti olmadigini ortaya koydu. Nitekim 25 Ekim 1978’de yaptigi bir aciklamada Bati Seria ile Golan tepelerindeki yerlesme nufuslarinin arttirilacagini bildirdi; hemen arkasindan da hukumet Bati Seria’da 430 ve Seria vadisi ile Golan tepelerinde de 200’er yeni evin insasina karar verdi. Amerika BirlesIk Devletleri’nin bu kararlara tepki gosterip Israil’e karsi ekonomik baskiya baslamasina ragmen Begin “Israil ulkesi” diye niteledigi Judea ve Samaria’nin, yani Bati Seria’nin da dahil oldugu butun Israil topraklarinda yahudilerin yerlesme haklarinin bulundugunu acikladi. Israil’in bu tutumu karsisinda Enver Sedat 25 Aralik’ta Begin’i agir sekilde suclayan bir konusma yapti; Israil’in barisi hicbir zaman istemedigini, Nil’den Firat’a kadar yayilabilmek icin bolgede karisIkligin surmesinden yana oldugunu ileri surerek Begin ile birlikte layik goruldugu Nobel Baris Odulu’nu almaya gitmedi.

Amerika BirlesIk Devletleri, 1978 ortalarinda Iran’da meydana gelen olaylar ve sadik muttefiki sahin tahtinin tehlikeye girmesi karsisinda zorunlu hale gelen Ortadogu barisini saglamak uzere tekrar harekete gecti. Baskan Carter’in Kahire ve Kudus’u ziyaretiyle mevcut puruzler de giderildi. Misir-Israil baris antlasmasi 26 Mart 1979’da Sedat ve Begin tarafindan yine Camp David’de imzalandi; boylece Israil’in Sina’dan cekilmesine karsilik Misir da Israil Devleti’ni tanimis oldu. Fakat Filistin Kurtulus Orgutu ve Arap ulkeleri bu antlasmaya buyuk tepki gosterdiler. Arafat 26 Martta Beyrut’ta verdigi bir demecte Carter, Begin ve Sedat uclusunu ezmekten ve Filistin halkinin haklarini gormezlikten geldikleri icin ellerini kesmekten soz ediyordu. Arap ulkeleri de 27-31 Mart’ta Bagdat’ta toplanip Sedat’i Filistin davasina ihanet etmekle suclayarak Misir’la diplomatik iliskileri kesmeye yonelik kararlar aldilar ve bu ulke tam bir yalnizliga itildi. Tepkiler Birlesmis Milletler’e de yansidi; genel kurul, 29 Kasim 1979’da 34/65 B sayili karariyla Filistin Kurtulus Orgutu’nun katilmadigi Camp David Antlasmasi’nin gecersiz oldugunu, Filistin halkinin ve Israil isgali altindaki topraklarin gelecegi acisindan hicbir deger tasimadigini ilan etti. Butun tepkilere ragmen 25 Nisan 1979’da yururluge giren antlasmanin tatbiki sirasinda Israil herhangi bir gucluk cikarmadi. Fakat Misir-Israil barisinin, dolayisiyla Camp David Antlasmasi’nin ayrilmaz parcasi olmasi gereken Bati Seria ve Gazze’nin ozerkligi konusunda ayni davranisi gostermedi. Filistin’le ilgili muzakereler 25 Mayis 1979’da basladi. Daha ilk toplantida taraflar arasindaki derin gorus ayriliklari hemen ortaya cikti. Misir temsilcisi Disisleri Bakani Kemal Hasan Ali, Israil’in Dogu Kudus dahil isgal ettigi butun topraklardan cekilmesini ve buralardaki Yahudi yerlesim merkezlerini dagitmasini istedi; Filistinliler’in kendi bagimsiz devletlerini kurmalari da dahil selfdeterminasyon hakkinin Allah’in verdigi bir hak oldugunu soyledi. Buna karsilik Israil temsilcisi Enformasyon Bakani J. Burg ise ozerkligin hakimiyet olmadiginin kabul edilmesi gerektigini vurgulayarak Israil’in bagimsiz bir Filistin devleti manasina gelecek herhangi bir olguyu pesinen reddettigini bildirdi. Boylece Bati Seria ve Gazze’nin ozerkligi konusunda daha ilk gunde derin kavram farkliliklari ortaya cikmis oldu. Buna ragmen Amerika BirlesIk Devletleri temsilcilerinin de katilmasiyla gorusmelere devam edildi. Israil’in Dogu Kudus’u ilhak karari almasi muzakereleri busbutun cikmaza soktu. Ozerklik gorusmelerinin ruhuna ve o zamana kadar Birlesmis Milletler’in aldigi kararlara tamamen aykiri olan bu karara en buyuk tepki el-Fetih’ten geldi. Orgut, 21-29 Mayis 1980 tarihlerinde Sam’da yaptigi konferansta yeni bir siyasi program kabul etti. Son derece kati ve sert hukumler tasiyan programin basinda el-Fetih’in ihtilale karsi ve vatanperver bir hareket oldugu aciklaniyor, amacinin da butun Filistin topraklarini kurtararak uzerinde demokratik bir devlet kurmak oldugu vurgulaniyordu. el-Fetih bu programiyla, Israil’in ortadan kaldirilmasini temel hedef olarak tesbit ettigini ortaya koymaktaydi. Diger taraftan Enver Sedat, Kudus meselesi ozerklik tartismalarina dahil oldugu halde Israil’in ilhak karariyla bunu baltaladigini ileri surerek 16 Mayis’ta gorusmeleri kesti. Birlesmis Milletler Guvenlik Konseyi de 30 Haziran 1980 tarihinde kabul ettigi 476 sayili kararla Israil’in Kudus’un statusunu degistirmek icin aldigi butun tedbirleri gecersiz saydi ve Israil’e kararlarini geri almasini bildirdi.

Ozerklik gorusmelerinin kesilmesinden sonra Bati Seria ve Gazze’de karisIkliklar cikti. Filistinli belediye baskanlari tarafindan yonetilen olaylari bastirmak icin Israil’in sert tedbirler almasi catismalari daha da arttirdi. Baskanlik secimleri dolayisiyla yahudi lobisinin etkisinde bulunan Amerika BirlesIk Devletleri yonetimi Israil’e baski yapamadi. Bu durumu goren Avrupa Ekonomik Toplulugu gerginligi gidermek icin 13 Haziran 1980’de Venedik’te bir bildiri yayimladi. Burada, Filistinliler’e kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkinin taninmasi ve Filistin Kurtulus Orgutu’nun butun muzakerelere katilmasi isteniyordu. Ayrica Israil’in isgal ettigi topraklarin tamamindan cekilmesi ve Kudus’un statusunu tek tarafli olarak degistirmekten vazgecmesi gerektigi vurgulaniyordu. Israil, el-Fetih’in Sam Konferansi’nda kabul ettigi kendilerini imha planini ileri surerek bildiriye buyuk tepki gosterdi; Filistin Kurtulus Orgutu de Camp David Antlasmasi’ni benimsedigi icin bunu reddetti. Boylece Venedik Bildirisi taraflarin arasini daha da acmis oldu. Bu sirada Amerika BirlesIk Devletleri’nde devam eden secim kampanyasi Israil’in uyusmaz tutumunu sertlestirmesine katkida bulundu. Cumhuriyetci Parti’nin 13 Temmuz 1980 gunu aciklanan secim beyannamesinde baris gorusmelerine Filistin Kurtulus Orgutu’nun katilmasi kesinlikle reddediliyor, ayrica Israil’in kendi stratejik cikarlarina hizmet ettigi belirtiliyordu. Cumhuriyetciler’in adayi Ronald Reagan’in Kasim 1980 secimlerini kazanmasindan ve Disisleri Bakanligi’na Alexander Haig’in getirilmesinden sonra Amerika BirlesIk Devletleri’nin Filistin politikasi tamamen degisti ve yeni baskanla Disisleri bakani Israil’in en kuvvetli destekcisi oldular. Baskan Reagan, 2 Subat 1981’de Israil’in Ortadogu’da Amerika’nin yararina bir kuvvet olusturdugunu ve yahudi yerlesimlerini hukuka aykiri sayan eski baskan Carter’in gorusune katilmadigini acikladi. Sonucta Amerika BirlesIk Devletleri’nin tam destegini alan Israil Araplar’a ve Filistin Kurtulus Orgutu hedeflerine karsi harekete gecti. Irak’in Bagdat yakinlarinda insa etmekte oldugu nukleer santrali 8 Haziran 1981 gunu havadan bombaladi. Bu saldirinin tepkileri devam ederken 6 Ekim 1981’de Enver Sedat bir suikastta olduruldu. Suikastin yarattigi ortamdan faydalanan Israil 14 Aralik 1981’de Golan tepelerini ilhak ettigini acikladi. Bundan sonra Lubnan’daki Filistin Kurtulus Orgutu kamplarina karsi saldirilarini arttirdi. Orgutu Lubnan’dan sokup atmak icin 6 Haziran 1982’den itibaren Lubnan’i isgale basladi. Beyrut’u kusatarak sivil halki bombalamasi Amerika BirlesIk Devletleri’nin dahi tepkisine sebep oldu. Bu sirada, Israil’i Filistin konusunda destekleyen Disisleri Bakani Haig’in yerine Araplar’la iyi iliskileri gelistirmek isteyen George Shultz getirildi. Arafat 27 Haziran 1982’de Beyrut’tan cikmayi prensip olarak kabul etti. Amerika BirlesIk Devletleri yonetimi Filistinli gerillalara yer bulabilmek icin Arap ulkeleri nezdinde girisimlerde bulundu. Irak, Urdun, Suriye, Misir, Tunus, Sudan, Kuzey ve Guney Yemen hukumetlerinin olumlu cevap vermeleri uzerine Filistin Kurtulus Orgutu 21 Agustos - 1 Eylul 1982 tarihleri arasinda Beyrut’u terketti; Arafat da 30 Agustos’ta ayrilarak karargahini Tunus’a kurdu. Filistinli gerillalardan 600’u Cezayir’e, 1000’i Tunus’a, 6450’si Suriye’ye, 130’u Irak’a, 260’i Urdun’e, 850’si Kuzey Yemen’e ve 1100’u de Guney Yemen’e yerlesti.

Baskan Reagan, 1 Eylul 1982’de yaptigi bir radyo konusmasinda orgutun Beyrut’u tamamen terketmesinden sonra ciddi bir durumun ortaya ciktigini, bunun da Filistinliler’e yurt bulmak oldugunu soyledi. Camp David Antlasmasi’nin Bati Seria ve Gazze icin ongordugu bes yillik gecici ozerkligin Israil’in guvenligini tehdit etmeyecegi gorusunu belirten Reagan, Bati Seria ve Gazze’de bagimsiz bir Filistin devletinin kurulmasini desteklemediklerini, fakat bu topraklarin Israil tarafindan ilhak edilmesini veya devamli kontrol altinda tutulmasini da onaylamadiklarini ve en iyi cozum seklinin Bati Seria ve Gazze ozerk yonetiminin Urdun ile birlikte bir konfederasyon kurmasi oldugunu acikladi; ayrica Israil’in 242 sayili karar uyarinca kendi sinirlarina cekilmesi gerektigini bildirdi. Reagan Plani adi verilen bu plana siddetle karsi cikan Israil, tepkisini gostermek icin isgal ettigi topraklarda yeni yahudi yerlesim merkezlerinin kurulmasini hizlandirdi. Filistin Kurtulus Orgutu ile Arap ulkeleri de plana karsi ciktilar. Arap devletleri 9 Eylul 1982’de yayimladiklari Fas Plani ile Israil’in tamamen cekilmesini ve Filistin’de bassehri Kudus olan bagimsiz bir devletin kurulmasini istediler. Israil bu plani da reddetti. Filistin Milli Konseyi ise 22 Subat 1983’te Cezayir’de yaptigi toplantida Fas Plani’nin Filistinliler’in asgari istekleri oldugunu ve Urdun ile munasebetlerin iki bagimsiz devlet arasinda bir konfederasyon seklinde olmasi gerektigini acikladi.

Bir taraftan Reagan Plani, diger taraftan Fas Plani, Araplar’la Amerika BirlesIk Devletleri arasinda yeni bir diyalog baslatmakla birlikte Filistin konusunda somut bir netice alinamadi; bunun en onemli sebebi Israil’in uzlasmaz tutumu idi. Israil’in 16-17 Eylul 1982 gecesi Beyrut’un guneyindeki Sabra ve Satilla Filistin multeci kamplarinda giristigi katliam Ortadogu’yu yeniden gerginlik ortamina surukledi. Ayrica Lubnan’da kalan Filistinli gerillalar Mayis 1983’te Bekaa vadisinde Arafat’a karsi ayaklandilar. Tunus’ta bulunan Arafat orgut icindeki bolunmeleri onleyemedi. Suriye ve Libya’nin da kiskirtmalariyla orgut icinde Arafat’a karsi Ebu Musa liderliginde yeni bir grup ortaya cikti. Bu arada Suriye’nin Arafat’a karsi cephe almasi Urdun’un ona yaklasmasina sebep oldu. Urdun Krali Huseyin ile Arafat arasinda 11 Subat 1985’te bir antlasma imzalandi. Buna gore topraga karsilik baris ilkesi tatbik edilecekti; yani Bati Seria ve Gazze’de bir Filistin varliginin kabul edilmesi karsiliginda Israil ile baris imzalanacakti. Filistin varligi ile Urdun arasinda da bir konfederal iliski kurulacakti; ancak beliren gorus ayriliklari yuzunden Kral Huseyin antlasmayi 19 Subat 1986’da feshetti. Fakat daha sonra 1 Agustos 1988’de aldigi bir kararla Bati Seria ve Gazze’de bagimsiz bir Filistin devletinin kurulusuna dogru ilk adimi atti. Bati Seria ile butun idari ve hukuki baglarin koparildigi bu karara gore 1.300.000 nufusu bulunan bolge halkinin yegane temsilcisinin Filistin Kurtulus Orgutu oldugu, Bati Seria halkinin bundan boyle Urdun pasaportu tasimayacagi ve parlamentoda temsil edilmeyecegi aciklaniyordu. Arafat, Urdun’un bu kararindan sonra Filistin meselesini milletlerarasi bir konferansta cozmek icin diplomatik faaliyetlere giristi. Bir taraftan da Bati Seria ve Gazze’de Aralik 1987’den itibaren Israil askerlerine karsi silah olarak yalniz tasin kullanildigi bir mucadele (intifada) baslatti. Fakat Birlesmis Milletler’in 242 sayili karari geregince Israil’in varligini tanimaya ve terorden vazgectigini aciklamaya yanasmamasi yuzunden Amerika BirlesIk Devletleri ve Israil Filistin Kurtulus Orgutu’nu muhatap kabul etmemekte direndiler. Bunun uzerine milletlerarasi bir konferans toplama girisimi basarisiz kalan Arafat, Amerika BirlesIk Devletleri’nin orgutu tanimasini saglamak icin yeni bir yola basvurdu ve Filistin Milli Konseyi 15 Kasim 1988’de Cezayir’de yaptigi toplantida surgunde bagimsiz Filistin Devleti’nin kuruldugunu ilan etti. Yeni devleti kirk kadar ulkenin hemen tanimasina ragmen Amerika BirlesIk Devletleri tanimadi. Bu durum karsisinda Arafat 14 Aralik 1988’de 242 sayili karari kabul ettigini, Israil’in varligini tanidigini ve terorizmden tamamen vazgectigini acikladi; ardindan da Amerika BirlesIk Devletleri ile Filistin Kurtulus Orgutu arasinda Tunus’ta gorusmeler basladi (16 Aralik 1988); ancak Amerika BirlesIk Devletleri bagimsiz Filistin Devleti’ni tanidigini yine aciklamadi. Bunun uzerine el-Fetih orgutu de koklu bir politika degisIkligine gitti ve Agustos 1989’da Tunus’ta yaptigi besinci kongresinde daha once kabul edilen Israil’in ortadan kaldirilmasi kararindan vazgecildigini ve Arafat’in politikasinin desteklendigini acikladi. Boylece Israil’in bagimsiz Filistin kavramini reddetmesi yuzunden mesele cozume kavusturulamadiysa da Filistin sorunu yeni bir doneme girmis oldu. Birlesmis Milletler Genel Kurulu 6 Aralik 1989’da 44/42 sayili karari aldi. Bu kararda, Filistin halkinin kendi gelecegini belirleme dahil mesru haklarina dayali olarak Birlesmis Milletler’in himayesinde ve ilgili taraflarin katilimiyla milletlerarasi bir baris konferansinin toplanmasi cagrisi yapiliyordu. Konferans tartismalarinin devam ettigi bir sirada Irak’in 2 Agustos 1990 gunu Kuveyt’i isgal etmesi Ortadogu’daki butun dengeleri degistirdi. Amerika BirlesIk Devletleri’nin onculugunde bir milletlerarasi guc 17 Ocak - 28 Subat 1991 tarihleri arasinda Irak’in Kuveyt’teki isgaline son verdi. Bu sirada Sovyetler Birligi’nin dagilmasi Amerika BirlesIk Devletleri’ni Ortadogu’da tek guc haline getirdi. Bolgede istikrarin gerekliligine inanan Amerika BirlesIk Devletleri Filistin meselesini cozmek icin taraflara karsi baskilarini arttirdi. Yogun diplomatik cabalar sonunda 30 Ekim 1991 gunu konferans Madrid’de toplanabildi. Ancak Filistin Kurtulus Orgutu’nun Urdun delegasyonu ile birlikte katildigi konferans Israil’in uyusmaz tutumu yuzunden basarisizlikla sonuclandi.

Konferansin dagilmasindan sonra Filistin topraklarinda Israil’e karsi devam eden intifada hareketi daha da siddetlendi. Israil’in bu harekete karsi aldigi sert tedbirler butun dunyanin tepkisine sebep oldu. Bu sirada ortaya cikan radikal Islami hareket Israil isgali altindaki topraklarda hizla gelisti. Bu gelismeler Israil’i yeni bir baris arayisina sevketti ve “baris icin toprak” sloganiyla secim kampanyasini surduren Isci Partisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte Filistin meselesinde de yeni bir surec baslamis oldu. Israil hukumetiyle Filistin Kurtulus Orgutu, Amerika BirlesIk Devletleri’nin de onayini aldiktan sonra baris icin dogrudan dogruya gorusmelere basladilar. Israil, Gazze ve Eriha’dan askerini cekecegini acikladi. Yasir Arafat, orgut icindeki bazi gruplarin sert tepkilerine ragmen cogunlugun destegini alarak 9 Eylul 1993 tarihinde Filistin Kurtulus Orgutu’nun Israil’i tanidigini bildiren belgeyi, Basbakan Izak Rabin de 10 Eylul 1993 gunu Israil’in Filistin Kurtulus Orgutu’nu Filistin halkinin yegane yasal temsilcisi kabul ettigini bildiren belgeyi imzaladi; bundan sonra da taraflar 13 Eylul 1993 tarihinde Washington’da bir baris antlasmasi imzaladilar. Bu antlasmaya gore Israil, askerlerinin tamamini dort ay icinde Gazze ve Eriha’dan cekecek, bes yil olarak ongorulen gecis donemi boyunca bu topraklarda yonetimi ustlenmek uzere Filistin Milli Otoritesi adiyla bir teskilat kurulacak ve en gec gecis doneminin ucuncu yili sonunda Bati Seria’nin tamami ve Kudus’un gelecegiyle Filistinliler’in haklari cercevesindeki diger konular “kalici statu” seklinde ele alinip gorusmeler yoluyla halledildikten sonra ayrica antlasmaya dahil edilecekti. Ongorulen bu planin bir asamasi olarak 4 Mayis 1994’te “Kahire Antlasmasi” da denilen “Gazze-Eriha Antlasmasi” imzalandi. Bu antlasma gecis donemi duzenlemelerini su dort ana esas cercevesinde maddelestirmistir: a) Guvenlik uygulamalari ve Israil yonetimiyle askeri guclerinin cekilmesi; b) Sivil idarenin tam olarak transferi; c) Hukuki meseleler (ozellikle secimle olusturulacak meclisin yapisi, milletvekili sayisi, yetki ve sorumluluklarinin belirlenmesi); d) Iktisadi iliskiler ve gelisme yolunda kurumlasmanin bir cerceveye oturtulmasi.

Israil-Filistin Kurtulus Orgutu Baris Antlasmasi, pek cok eksigine ve bu yuzden bazi ic tepkiler almasina ragmen tarihi bir belge huviyeti tasimaktadir. Israil yillardir surdurdugu, isgal ettigi topraklardan cikmama ve orgutu tanimama konusundaki israrindan ilk defa simdi vazgecmistir. Arafat da yillarca suren surgun hayatindan sonra yerlesmek uzere Gazze’ye ve daha sonra Eriha’ya ayak basmis ve onun baskanliginda tamamen Filistinli uyelerden kurulan Filistin Milli Otoritesi Gazze ve Eriha’da yonetimi ele almistir. Ayrica Filistinliler’den olusturulan guvenlik kuvvetleri bu topraklarda polis gorevi yapmaktadir. Yeni Filistin yonetiminin kalkinmasi yolunda cesitli ulke ve kuruluslar da yardim vaadinde bulunmuslardir. Isgal altinda bulunan topraklardaki bu baris gelismeleri, Israil tarafinda ancak yuzde elli civarinda desteklenmesine ve Filistin tarafinda ic tepkilere hedef olmasina ragmen bugune kadar belli bir mesafe almis gibi gorunuyor. Ozellikle yetkilerin devredildigi Gazze ve Eriha’da isgal yonetimine kiyasla hayatin normale dondugu ve imar faaliyetlerinin arttigi dikkati cekmektedir.

Anlasmazliklarin bazi noktalarda henuz cozulememis olmasi ve gelismelere karsi cikan muhalif gruplarin engellemeleri sebebiyle zaman zaman kesintiye ugrayan gorusmeler 1995’in yaz aylarinda hiz kazanmis ve nihayet 28 Eylul 1995 tarihinde Washington’da masaya oturan Izak Rabin ile Yasir Arafat, Bati Seria’nin da Filistin Ozerk Yonetimi’ne devri hususunu imzaya baglamislardir. Bu arada, siyasi cevreler ve dunya basini tarafindan mustakbel Filistin Devleti’nin temeli olarak nitelendirilen antlasmaya yine her iki tarafin da muhalif gruplari karsi cikmis ve Beyaz Saray’da imza toreni yapilirken Hamas ve Islami Cihad orgutleri Bati Seria’da genel grev ilan etmisler, Halil sehrindeki asiri sagci yahudi yerlesimciler de protesto gosterileri duzenlemislerdir.

4 Kasim 1995 tarihinde ise Tel Aviv’de yapilan bir baris mitingi sirasinda Izak Rabin bir yahudi suikastci tarafindan oldurulmustur. Bu olayin arkasindan acilen toplanan Israil hukumeti baris surecine devam karari almissa da sonucu gormek icin gelismeleri beklemek gerekmektedir.


Kaynak: https://islamansIklopedisi.org.tr/filistin

Lacivert bunu beðendi.




Bizde Mutsuz OlaLim ~
 
Alıntı ile Cevapla
Alt 22 Ekim 2023, 02:55   #2
 
Lacivert - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Üyelik Tarihi: 16 Ekim 2023
Üye No: 92
Mesajlar: 34
Nerden: Van
Cinsiyet: Erkek
Web: apeyr@n
IRC: www.bizimsohbet.net
FM: ☾☆ turkiyefm ☆☽
Aldýðý Beðeni: 14
Beðendikleri: 23
@Lacivert
Standart

“Biz bir memleketi helâk etmek istediðimizde, onun refah içinde yaþayan þýmarýk elebaþlarýna (itaati) emrederiz de onlar orada kötülük iþlerler. Böylece o memleket hakkýndaki hükmümüz gerçekleþir de oranýn altýný üstüne getiririz” (Ýsra, 16)

"Ne zaman onlar bir antlaþma yaptýlarsa, yine kendilerinden bir gurup onu bozmadý mý? Zaten onlarýn çoðu iman etmez."(Bakara ,2/100)

"Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ýn ahdine ve insanlarýn (müminlerin) himayesine sýðýnmadýkça, kendilerine zillet (damgasý) vurulmuþtur; Allah'ýn hýþmýna uðramýþlar ve miskinliðe mahkum edilmiþlerdir. Çünkü onlar, Allah'ýn âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksýz yere peygamberleri öldürüyorlardý. Bu da, onlarýn isyan etmiþ ve haddi aþmýþ bulunmalarýndandýr. Hepsi bir deðildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardýr ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ýn âyetlerini okurlar." (Al-i Ýmran, 3/112-113)

CeReN bunu beðendi.
 
Alıntı ile Cevapla


Cevapla
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 



Forum Bilgilendirme
Powered by vBulletin® Version 3.8.6
Copyright ©2000 - 2023, Jelsoft Enterprises Ltd.

ForumBizim.Com
Forum Sahibi: ForumBizim
    5846 sayýlý Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu geregince sitemizde telif hakký bulunan mp3,video v.b. eserlerin paylaþýmý yasaktýr. Yasal iþlem olmasý halinde paylaþan kiþi yada kiþilerin bilgileri gerekli kuruma verilecektir.
Yukarı Çık